MÖ 1460 - 1200 Büyük Hitit İmp. (Azzi ve Hayaşalar)
MÖ 1200 - 1100 Frikya (Phrygia) Konfederasyonu ve Muşkiler
MÖ 1118 - 1093 Komanlar'ın, Asurlular'la savaşı
MÖ 756 Yunanlılar'ın yöreye ilk gelişleri ve buradaki Kimmerler'den ürküp, geri itmeleri
MÖ 670 Miletoslular'ın yöreye ilk gelişleri ve ticaret kolonileri kurması
MÖ 650 İskit - Kimmer savaşı
MÖ 621 Yörede yaşayan İskitler'e, Medler'insaldırması ve İskitlerin dağılışı
MÖ 562 – 546 Miletoslular'ın yöreye tekrar gelişleri ve 90 kadar koloni kurması
MÖ 520 Pers İmparatorluğu'nun 19. Eyaleti olan, Pont Satraplığı'nın kuruluşu
MÖ 4. yüzyıl Giresun - Trabzon kıyılarına Orta Asya`dan gelmiş, Türkler'in yerleşmesi
MÖ 400 Ksenefon liderliğindeki, Onbin Yunanlı askerin Kerasos`a (Giresun) gelmesi
MÖ 332 – 323 Birinci Kapodokya Krallığı Dönemi
MÖ 323 – 301 Makedoyalılar Dönemi
MÖ 301 – 298 Pont ülkesinin başıbozukluk içinegirmesi
MÖ 298 Pontos Krallığı'nın kuruluşu
MÖ 180 Kral 1. Pharnakeias'ın iş başına gelmesi ve Kerasos adının,Pharnekeia (Farnakya) olarak değişmesi.
MÖ 91 Pontos Krallığının Anadolu`daki en güçlü devlet haline gelmesi
MÖ 71 Romalılar'ın Pontos ülkesinde savaşa tutuşmaları
MÖ 63 Pontos Krallığı'nın ortadan kalkması
Kronolojik dizinin buraya kadar olan kısmınailişkin, bazı açıklamalar yapmak zorundayız.
Dizin iyi incelendiğinde, aynı tarihlerde birdenfazla kavmin yöreye geldiklerini, buralarda etkin olduklarını görüyoruz.Nedenine gelince; Eynesil'in de içinde bulunduğu yöre; tarihboyunca ticaret merkezi olarak kalmıştır. Buyönüyle, hemen her sömürgeci ulusun dikkatini çekmiş ve bu ulusların yağmasına maruz kalmıştır.
Örneğin;
M.Ö. 670 yılında yöreye gelen ve burada koloniler kuran Miletoslar, 124 yıl sonra tekrar gelmişlerdir. Miletoslular'ın yöredeki etkinliği devam ettiği halde, Med Krallığı'na bağlı Kapodokya Eyaleti'nin sınırları içine giren yöremiz; İsa'dan önce altıncı asırda, Kimmer, Koman, İskit, Med ve yöre halkları tarafından parsellenmiş durumdaydı.
Kronolojik dizinde kitabımızda adları sıkça geçen, Chalybe (Halibler), Sanni, Mosinek, Tibarenvb. kavimler yer almamaktadır. Zira adı geçen kavimler, yörenin esas halklarıdır. Bu halklar, M.Ö. 298 yılına kadar daima bir başka ırkın idaresi altında ve Karadeniz'de yerleşik olarak kalmışlar, M.Ö. 298 yılına gelindiğinde, kendi milli devletlerini, yani Pontos'u kurmuşlardır. Bu halkların Karadeniz'deki varlıklarının başlangıcı, belli değildir. Sadece, tarih sahnesinden ne zaman çekildikleri bellidir. Bu tarih ise, Pontos Krallığı'nın, Büyük Roma İmparatorlu'na bağlı Galatia Eyaleti'nin idaresi altına giriş tarihidir.
MÖ 63 Büyük Roma İmparatorluğu'nun (Galatia Eyaleti) yörede hakimiyet kurması
MÖ 41 - MS 14 Artaksiad Krallığı'nın egemenliği
254 Sasaniler'in, Roma İmparatorluğu'na saldırısı ve Azak Denizi`nden gelen, Boran adlı korsanların, yöreyi yağmalaması
395 Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılması ve Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu'nun kurulması
1204 Bizans'ın İmparatorluğu'nun yıkılması. Giresun ve yöresinin,(Megalon Kommenon) Trabzon İmparatorluğuna Bağlanması
1348 Cenevizliler'in Giresun ve Eynesil arasındaki limanlara saldırmaları
1381 Hacı Emir Beyliği'nin egemen olması
Ekim 1461 II. Mehmet'in Trabzon ve civarını fethi
Aralık 1461 Eynesil (Görele) `in, Osmanlı tabiyetine girmesi
Halil İbrahim Türkyılmaz
Dünden Yarına Tüm Yönleriyle Eynesil
İstanbul 1994
ÇEPNİLER
Çepni Kelimesinin Anlamı
Çepni adı ilk defa 11. yy.da, Kaşgarlı Mahmut`un yazdığı Divan`ül Lügatit - Türk`te ve 21. Sırada sayılmıştır. Bu kitapta Çepni kelimesinin anlamı verilmemiştir. Ancak Çepni boyunun damgasının şekli verilmiştir.
14. yy.la gelindiğinde Fahreddin Mubarekşah`ın yazdığı kitapta, 15 Oğuz boyunun adının verildiğini, ancak bunlar arasında Çepniler'in yeralmadığını görüyoruz.
Ancak aynı yüzyılda, İlhanlılar Devleti Veziri Reşidettin`in başkanlığını yaptığı bir heyet tarafından kaleme alınan Camiüt-Tevarit'te, Oğuzlar'ın Üçok kolundan gelen Çepnilere yerverilmiştir.
Buna göre Çepniler, Üçok koluna mensup olan Gökhan`ın dördüncü oğlundan türemiştir. Diğer oğullarının adları ise Bayındır, Beçene (Peçenek), Çavuldur (Çavundur)`dur. Reşidettin`in yazdığı bu kitapta, Çepni kelimesinin anlamı, "Nerede yağı görse savaşır" olarak ifade olunmuştur. Sözkonusu kitap`ta Çepni boyunun damgası şu şekilde gösterilmiştir.
Çepni boy adının Reşidettin tarafından yapılan etimolojik izahı, bir halk etimolojisidir. Şunuda unutmamalıyız ki; halk sözleri manalandırırken, kendi çağındaki köklere, eklere veya bize kadar gelmemiş, kaybolmuş sözlere bakarak manalandırıyordu. * Türk
Mitolojisi, Prof. Bahaeddin Özel, TTK, Ankara 1989, s.344 *
Ebulgazi, Çepni kelimesinin anlamını Bahadır olarak vermiştir. * Ebulgazi, Türkmen Şeceresi, Kononov, s.36*
~1312 yılında Endülüs`lü alim Ebu Hayyan tarafından Türkçe hakkında yazılmış, "Kitabül-idrak li-lisanil- Etrak" adlı eserde, Çepniler`in adı geçiyor.
Ebu Hayyan, Çepnileri bir Türk boyu olarak tanıtıyor. "Çepni Kabiletün minet-Türk"~ * Prof.Dr Faruk Sümer, Çepniler, Türk Dünyası Araşt. Vakfı *
Bu yirmidört oğuz boyundan Çepniler, Oğuz Han'ın üç küçük oğlundan Gökhan'dan gelmekte, Bayındır, Beçene, Çavundur'dan sonra dördüncü sırada yer almaktadır. Ongunu Sunkur kuşudur. Sunkur, doğan türünün en yırtıcı kuşudur. Bir çok kişiye bu isim verilmiştir. Yazıcıoğlu, Çepni boyunun sembolünü şu şekilde göstermiştir.
Çepniler ve diğer oğuz boyları işaretlerini at ve koyun larına vurmakta idiler. Bu şekilde kaybolan hayvanlarını kolayca buluyorlardı.
Anadolu`da Çepni Yerleşimi
Osmanlı Tahrir defterlerine göre, Anadolu'da Çepni adıyla anılan 43 yer ismi vardır. Bu sayıyla Çepni kelimesi, Anadolu'da yer adı olarak kullanılan Oğuz boyları içinde, yedinci sırayı almaktadır.
Bu gün yurdumuzda Çepni'lerin dağınık bir yerleşime gittikleri görülmektedir.
Sivas, Zile, Yozgat, Ankara, Çankırı, Çorum, Kastamonu, Bolu, Bursa, Kocaeli, Balıkesir, Manisa ve dolaylarında Çepni'lere rastlanmaktadır.
Ancak Çepni'lerin en fazla yoğun oldukları yöre, Eynesil, Vakfıkebir, Kürtün, Şalpazarı, Gümüşhane Görele, Tirebolu, Doğançay, Espiye, Yağlıdere, Keşap, Dereli, Alucra, Giresun ve Ordu yöresidir. Eynesil, Görele, Tirebolu, Kürtün, Espiye, Keşap, Giresun, Dereli ve Alucra dolayları, ilk Osmanlı Tahrir defterinde Çepnieli, Çepni ili, Çepni Vilayeti adları ile kaydolunmuştur. Bu nedenle, bu yörelerde Çepni'lerin yoğunlukla yaşadığını söyleyebiliriz.
Oğuz elinin en büyük boylarından Çepniler'in Doğu Karadeniz Bölgesi'nde cereyan eden Türk yerleşmesinde oynadıkları en mühim rol, Trabzon'lu Şakir Şevket ve Tirebolu'lu Binbaşı Hüseyin Avni Alparslan'ın dikkatini de çekmiştir.
Şakir Şevket, Çepniler'in İran'dan çıkarıldıktan sonra, onlardan 100.000 nüfusun Doğu Karadeniz bölgesine gelerek Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yeleştirildiklerini bir rivayet şeklinde anlatır. * Faruk Sümer, Çepniler, s.95 Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1992 *
Binbaşı H. Avni Alparsalan ise, elinde bulunan sınırlı sayıdaki kaynaklara dayanarak, yörede Çepnilerin çok önemli bir görev üstlendiğini ifade etmektedir. * Trabzon Havalisinde oturanlar Laz mı Türk mü ?, Giresun 1339 * * Binbaşı H. Avni Alparslan, Türk Bayramlarından Ot Göçü, Türk Yurdu Mecmuası, 1331, c.8, s.122-126 *
Çepnilerin Aleviliği
Çepniler, 13. yüzyıl'da Hacı Bektaş Veli'nin müritliğini yapmışlardır. Hacı Bektaş-i Veli Menakıb-ı Vilayetnamesi'nde, Çepni boyunun ulularından Yunus Mukri adında, birisinden bahsedilmektedir. Yunus Mukri`nin ölümünden sonra oğulları, evleri ve barklarıyla, Kayı`dan göçüp Suluca Karaöyük`e geldiler. Çepnilerden bir bölük, Uzun Hasan döneminde Akkoyunlu'ların hizmetine girmiştir. Bu çepnilerin başında İl Aldı Bey bulunuyordu. * Nejat Birdoğan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi, s.83 *
Vilayetneme'yi yorumalayan bazı tarihçilerimiz, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Çepni boyuna mensup olabileceği ihtimali üzerinde de durmaktadırlar. * Ragıp Memişoğlu, Karadeniz Bölgesi'nin Fethi ve İskanında ÇEPNİLER olgusu, Trabzon Dergisi, Temmuz 1988, S.19, s. 11-12 * Trabzon yöresi Çepnileri, 1516 yılına ilişkin padişah defterlerinde oldukça kalabalık görünüyor. Bu yöre, Giresun, Torul ve Görele arasıdır. Kayıtlara göre Çepniler; Özgur, Kayadibi, Kurtulmuş, Seyyid, Yenicehisar, Çandarlı, Engezli, Halkalı, Firuzlu, Şaban vb. köylerde oturmaktadırlar. Ayrıca buradaki Çepniler göçebeliği bırakarak toprağa bağlanmışlardır. Nejat Birdoğan, aynı eser, s.84 *
Anadoluda yaşayan Alevi Türkler arasında çoğunluğu Çepniler oluşturmaktadır. ~Fatih, Rum İmparatorluğu`nu yıktıktan sonra, oralara yerleştirdiği Müslüman - Türk halkından başka, Çepnilerin varlığına da şahit olmuştur. Bugün Vakfıkebir, Görele, Tirebolu, Giresun bölgelerindeki çepniler ise bunların torunlarıdır.~ * Fuat Köprülü, Oğuz Etnoloisine Dair Notlar, Türkiyat Mecmuası, C.1, İstanbul 1925 *
Daha sonra, Çepniler çeşitli nedenlerin dayatması ile Aleviliği bırakmışlardır. Buna, en fazla dönemin merkezi iktidarı neden olmuştur. Ancak Cemal Şener bu hususta şunları söylüyor.
13. yy. sonlarında Sinop'ta yaşayan Çepniler, 14. yy.da Samsun'un doğusundaki ormanlık bölgelere ve Giresun'a dek gelirler. Hatta Çepni Türk Beylerinden birisi, O tarihlerde Giresun'u, Trabzon Rum İmparatorluğu'ndan alır. Çepniler Karadeniz`deki ilk Alevi Türkler'dir. Bugün Türkiye'nin bir çok bölgesinde Alevi inançlı insanlar yaşadığı halde, Karadeniz'de bu olaya rastlamak zordur.
Hacı Bektaş Veli 1200 yıllarında, ilk müritlerini Karadeniz`deki Çepni Türklerin` den oluşturmuştur.
Karadeniz'de, bugün hala yapılan yayla göçleri ve Yayla şenliklerinin Alevi - Bektaşi kökenli olduğunu belki söyleyebiliriz. Yayla yaşamı ve yaylada yer değiştirme, göçler; Çepni Alevilerinden kalan bir yaşam biçimidir.
Karadeniz'de oynanan horonda kemençe çalınan orta noktaya sırt dönmemek, gerekirse yan dönmek ama orta noktaya asla sırt dönmemek de Alevi semahlarındaki bir özelliği anımsatmaktadır.
Karadenizde bugün görülmeyen Alevilik büyük olasılıkla, asimilasyon ve dönmelik neticesi bu noktaya gelmiştir." * Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Ant Yayınları, İstanbul 1992, s.24-25 *
Kitabımızın bu bölümünü yazarken birtakım tepkilerle karşılaştığımı ifade etmek isterim.
Atalarının büyük olasılıkla, Alevi olduğunu ilk kez duyan bazı dostlarım eksik ve yanlış bilgilerin getirdiği olağan bir sonuç olarak rahatsız oldular.
Bu nedenle Anadolu Aleviliğini de biraz açmamız gerekiyor.
Anadolu Aleviliği kökleri çok eskiye dayanmakla birlikte aynı kökenden gelen Caferilikten farklıdır. Alevilik İslam dininde Şia koluna bağlı, Caferi mezhebinin, Batıni meşrebindendir. Kuran'ın gizine önem vermişler, zahıri anlamların ötesinde farklı yaklaşımlara ulaşmışlardır.
Araştırmacı-Yazar Nejat Birdoğan bu görüşe karşı çıkmakta Aleviliğin İslam dini çatısı altına hiçbir şekilde yerleştirilemeyeceğini kendisiyle yaptığımız bir sohbetde ifade etmektedir. Aynı konu Ocak 1995 Kervan Dergisinde de işlenmiştir. Ancak Sn. Birdoğan, Rıza Zelyut, Rıza Yörükoğlu, Lütfi Kaleli ve daha bir çok Alevi araştırmacı bu hususta farklı yaklaşımlara sahiptirler. Buna karşın hemen hepsinin üzerinde birleştiği ortak nokta, "mum söndü"`nün aldatmacadan başka bir şey olmadığıdır. Aleviliğin "eline, beline, diline sahip olmak" noktasında, Anadolu insanının tarihsel birikiminin bir sonucu olduğudur.
Anadolu Selçuklu Devletinin Yıkılışı
1243 yılındaki Kösedağ Savaşıyla, Trabzon'da kurulu olan 2.Pontus Devleti, İlhanlılar'a bağlandı. ~Timurlenk`in Trabzon`u alması, ancak değersizliğinden ötürü şehri kendisine bağlamayarak bir miktar ganimet ve hazine alarak şehri bırakması ilginçtir. Bu olayların ertesinde Pontus Akkoyunlular'a tabi oldu.~ * Mustafa Arslan, Görele *
1277 yılı, Anadolu Selçuklu Devleti'nin en buhranlı devridir. Devletin içinde bulunduğu bu tehlikeli durumdan, Trabzon İmparatoru Georgi yararlanma yoluna gitmiştir. Hemen bir donanma hazırlamış, Trabzon`dan kadırgalarla gelerek, Türkler'in elinde bulunan Sinop`u kuşatmıştır. Bunun üzerine, Anadolu Selçuklu Devleti'nin sahil kumandanı olan Taybuğa, ~ Sinop çevresinde bulunan Çepni Türkmenleri (Türkan-ı Çepni) ile birleşip, Georgi`nin kadırgalarına saldırmışlardır. Yapılan savaşta Georgi yenilip, Sinop`u terketmeye
mecbur kalmıştır.~ * Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s.529 *
HACI EMİR BEYLİĞİ (Bayramlu Beyliği)
Bayram Bey
~1297 yılında Sinop dolaylarındaki Türkler'in Ünye ve dolaylarını feth edip, sahil boyunu takiple Trabzon yakınlarına kadar istila hareketlerini genişlettikleri, bu istila hareketinde bulunanların, büyük ihtimalle Çepni Türkler'i oldukları, onların başında ise Bayram Bey adında birisinin olduğu anlaşılmaktadır.~ * Prof. Dr. Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi , s.35 *
Trabzonlu tarihçi Mikhael Panarates , Bayram Bey'in bir pazar yerini ele geçirdiğini kaydeder ki, bu kayıt Ordu yöresini feth edip, bu bölgede bir beylik kuran Bayram Bey`e dair ilk bilgidir. Bayram Bey`in ~Oğlu Hacı Emir Bey bazı fetihlerde bulunmuş, torunu Süleyman Bey ise Giresun`u fethetmiştir.~ * Faruk Sümer, Çepniler, s.14 *
Bayram Bey, maiyetinde bulunan çok sayıda asker ile 1332 yılında bugünkü, Hamsiköy'e kadar gelmiş, Trabzon İmparatoruna ağır kayıplar vererek geri dönmüştür. Paneratos, Appandix, s.144 *
Çepniler'in Trabzon'u Kuşatması
Erzincan Valisi Ayna Bey, Akkoyunlu Bey'i Tur Ali Bey, Bayburt valisi Mehmet Bey ve Çepniler 1348 yılında Trabzon'u feth etmeye gelmişlerdir. Ancak yapılan kuşatmadan sonuç alamadan geri dönmüşlerdir. Bu sefere katılmış olan Çepnilere gelince; onlar Trabzon'un güneyinde, Muhtemelen Yukarı Kelkit Vadisinde oturmakta idiler.
Ancak aynı yüzyılın ikinci yarısından sonra, sözkonusu Çepni beylerinin Harşıt çayı çevresinde yurt tuttukları biliniyor.
Nitekim, 1380 yılının kış aylarında, İmparator (Trabzon İmparatoru), Çepniler'in kışlaklarının bulunduğu yukarı Harşıt'a kadar giderek, onlara karşı pek mühim sayılmayan bazı başarılar elde etmiştir. Böylece Çepniler'in ellerindeki Hrıstiyan tutsaklar kurtarılmıştır. * Faruk Sümer, Çepniler, s.15 *
1357 yılında Bayram Beyin Oğlu Hacı Emir Bey, kalabalık bir asker topluluğu ile maçka yöresine gelerek bu havaliyi yağma ve talan etmiş sonra geri dönmüştür.
Trabzon İmparatoru 1. Basilios onun saldırılarını önlemek için kızı Theodora`yı O`na vermiştir.
Trabzon imparatoru 3. Aleksios, 1361 yılında Ünye'ye gelmiş, Hacı Emir Bey tarafından karşılanmıştır. Trabzon İmparatorlarının kızlarını Türkmen beyleriyle evlendirmesine diğer bir örnek, 3. Aleksios'dur. O da kızı Eudokia'yı Erzincan emiri Tahirten ile evlendirmişti.
İmparator, 1373 yılında Şiran üzerine yürümüş, yapılan savaşta Türklere yenilerek geri dönmüştür. İmparator, 1388 (Veya 1380) yılında Tirebolu yöresine gelmiş, Harşıt çayı kıyısında bulunan Bedrama (Bedreme) kalesine çıkmış, buradan 600 (altıyüz) atlıyı
Çepniler'in kışlağının bulunduğu yere gönderip, onların çadırlarını yıktırmış, adamlarını öldürmüştür. Bunun üzerine Çepniler, İmparator'un adamlarını sahile varıncaya kadar takip etmişlerdir.
Çepnilerin kışlak ve yaylaları
Çepniler'in Trabzon'a yakın olan yerlere geldikleri, büyük olasılıkla Kürtün`ü ve ona komşu yerleri kışlak yaptıkları, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıktıkları anlaşılmaktadır. Bu yeşil dağlar; bugünkü Kadırga, Alaca, Sisdağı, Kürtün, Gavurdağı yaylalarıdır.
Çepniler'in Batıdaki Durumu
Çarşamba, Terme, Niksar ve dolaylarının emiri olan Taceddin Bey, Ordu ve yöresinin beyi Hacı Emir ile Süleyman Bey arasındaki anlaşmazlıktan istifade ederek arazilerine tecavüze kalkışmış,
Sivas Beyi Kadı Ahmet Burhanettinin aracılık etmesine rağmen saldırılarına devam etmiş, yapılan son savaşta Süleyman Bey, Taceddin Bey`i bir yerde sıkıştırmış yapılan çarpışma Taceddin Bey`i yenerek öldürmüştür. * Aziz Bin Erdeşir Astarabadi, Bezm-ü
Rezm, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, s.309 -315 *
Taceddin Bey'in ölümünü haber alan Kadı Ahmet Burhanettin, Niksar'ı ele geçirmiş, önemli kalelerden olan İskefser`i (Reşadiye) Süleyman Bey`e vermiştir. Bunun üzerine Taceddin Bey`in oğlu Mahmut Çelebi, Kadı Burhanettin`e elçi göndererek bağlılığını bildirmiştir.
Kadı Ahmet Burhanettin Erzincan Bey'i olan Mutahherten üzerine yapacağı seferin hazırlığı içinde iken, Süleyman Bey'den bir haberci gelmiş; habercinin getirdiği mektupla Süleyman Bey, Trabzon'a bağlı Giresun Kalesi'ni fethettiğini bildirmiştir. Giresun Kalesi'nin fetholunduğunu haber alan Kadı Ahmet Burhanettin, çok mutlu olmuş, bir kağıt ile kalem isteyerek, Giresun`un fethi dolayısı ile duygu ve düşüncelerini içren bir mektup yazmış, bu mektubu da bir adamı ile Süleyman Bey`e göndermiştir. * Bezm-ü
Rezm, s.485 * Giresun`un Fethi
Hacı Emir Bey oğlu Süleyman Bey'in Ordu tarafından gelip Giresun'u fethetmesi, Mart/Nisan 1397 senesinde olmuştur.
Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Yıldırım Bayezid'in 1398 yılı ilkbaharında, Samsun dolaylarına bir sefer yaptığını, bu seferle Canik Beyi Kubaloğlu Cüneyd'in üzerine gidilerek Samsun`un alındığını, Samsun ve ahalisinin bir sancak itibar edilerek, zamanın Bulgar kralının müslüman olan oğlu Aleksandır`a verildiğini, Samsun ile Canik mıntıkasının elde edilmesi ile etraftaki Osmanlı hakimiyetinin kuvvetlendirilmiş olduğunu bildirmektedir.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı aynı eserinde, Çarşamba, Terme, Niksar taraflarına hakim olan Taceddin oğullarından Mahmut ile Alparslan`ın, Ordu Bey`i ve Giresun fatihi olan Hacı Emir oğlu Süleyman`ın, Bafra Bey`i olan Taşanoğullar'ının Osmanlı hakimiyetini kabul ettiklerini, bu münasebetle Osmanlı hududunun, Trabzon İmparatorluğu hududu ile birleşmiş olduğunu kaydeder. *İsmail Hakkı Uzun Çarşılı, Osmanlı Tarihi, C.1, TTK Ankara 1972, s.298-299 *
Osmanlı yönetimindeki Giresun ve yöre hakkında, daha iyi bilgi sahibi olabilmemiz için, 1611 - 1682 yılları arasında yaşamış olan Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sine bakmamız gereklidir.
" Giresun, Konstantini'nin yapısıdır. Sonra Uzun Hasan Sultan`ın eline girmiş ise de, yine Ceneviz Firengi işgal etmiştir. Sonra Fatih zamanında, müsahip Mahmut Paşa el ile zaptolunmuştur.
Fatih kale fethedilirken, Mahmut Paşa'ya (Bu gece Kale altına giresün!) diye ferman edince kaleye metrise girip fethettiğinden adına Giresun denmiştir. 17. İklim enlemindedir. Trabzon eyaletinin sınırlarının başladığı yerde paşa hasıdır. Hakimi müslümandır. Üçyüz payesiyle mükellef kazadır. Yeniçeri ocağından serdarı, kale ağası, neferleri, gümrük emini, müftüsü, nakibi vardır. Deniz kıyısında Canik ile Trabzon arasındadır. Trabzon, Giresun`un doğusuna düşer. Burası Ceneviz firenginin elinde iken mamur ve büyük bir şehir imiş. Hala, o zaman yapılarının eserleri görülür. Fakat Giresun, şimdi o kadar büyük şehir değildir. Çarşı içinde
camileri, mescidleri, han, hamam, çarşı ve pazarları vardır. Kalesi, deniz kıyısındadır. Bağ ve bahçelerinde meyveleri çoktur. Liman, ala demir tutar yataktır. Fakat, batı rüzgarında biraz sıkıntılı olur.
Limanın batı tarafında bir küçük adası vardır. Nice kereler Kazaklar, o adanın arkasına şakkalarını saklarıp, karadan asker dökerek bol para almışlar, şehri ateşe yakmışlardır. Çünkü kalesi şehri koruyamaz. Bu şehir, Trabzon eyaletine tabi olmakla, Ömer paşa askerinden niceleri denizden bıkarak kara yolu ile giderler. *Evliya Çelebi, Seyehatname, Zuhuri Danışman Derlemesi, C.3, s.80 *
Batıda Ordu dolaylarından, doğuda Harşıt ırmağına kadar, Tirebolu ve Görele (Bugün Eynesil`in 1 km. doğusundaki kale) Kaleleri hariç bu havalide bir beylik kurduğu anlaşılan Bayramlu Beyliği'nin ikinci beyi olan Hacı Emir Bey'in, ölüm tarihi belli değildir. Hacı Emir Bey'in oğlu Süleyman Bey`e gelince; O beyliği başarılı bir şekilde idare etmiş, ve Mart/Nisan 1397 de Giresun'u feth etmiştir. Bayramlu ya da diğer adıyla Hacı Emir Beyliği'nin, Giresun'un fethinden yedi yıl sonra da kuvvetli bir beylik olarak varlığını devam ettirdiği, anlaşılmaktadır.
1404 yılında İspanya'dan İstanbul'a gelip, buradan gemi ile Trabzon'a giden, İspanya Kralı'nın Timur'a gönderdiği elçisi Clavijo;
"Giresun ve dolaylarına, Erzamir (Hacı Emir Bey) adında bir Türk beyinin hakim olduğunu, emrinde onbinden fazla atlı kuvvet bulunduğunun kendisine söylendiğini, Tirebolu`nun Trabzon imparatoruna bağlı son kale olduğunu, buradan sonra Horel (Horelles)
adında bir kasaba gördüklerini, hava müsait olmadığından Horele uğrayamadıklarını, akşama doğru Fol adında bir kasabaya geldiklerini, Fol'dan sonra Sanfo adıyla anılan bir kale gördüklerini, ertesi gün Trabzon'a geldiklerini Trabzon İmparatoru ile çevresindeki Türk beylerinin Timur'a vergi ödediklerini, Erzincan yakınlarındaki bir kalenin Türklere ait olduğunun kendisine söylendiğini", yazmaktadır. * Clavijo, Kadiksten Semerkat`a Seyahat, Çev. Ömer Rıza Doğrul, s.76-77 *
İspanya elçisinin buradaki kaydına göre Tirebolu ve Görele (Eynesil) kaleleri dışıında Keşap, Espiye, Yağlıdere, Dereli, Kürtün, Giresun ve dolaylarına Hacı Emiroğulları hakimdir. Clavijo'nun hava muhalefetinden dolayı yer olan "Horel" (Horelles) olsa olsa (Görele) Eynesil Kalesi'dir. Fol ise, Vakfıkebir'in eski ismidir.
Çok yakın bir zamana kadar yaşlılar Vakfıkebir'e Fol, Tonya'ya ise, Okarı (yukarı) Fol derlerdi.
Giresun fatihi Süleyman Bey'in ne zaman vefat ettiği, kendisinden sonra kimin bey olduğu Hacı Emir ya da Bayramlu Beyliği`nin ne zaman sona erdiği hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu beylikten bize ne bir kitabe, ne bir vakfiyye, ne de mülkname gibi yazılı belge ve hatta bir eser kalmamıştır.
Trabzon'un Fethi
15. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon İmparatorluğu'nun oldukça zayıf durumda olduğunu görüyoruz.
Safevi Devleti'nin emiri Cüneyd, bu bölgeyi işgal ederek, bir beylik kurmak fikrini barındırıyordu. Müritlerini etrafına toplayıp, silahlandı. Mehmet Bey`i de yanına alarak, bu imparatoğluğun üzerine yürüdü. İmparator 4. Yuannis askerleri ile Hagia Focias (Aya
Fokas) manastırına kadar ilerledi ise de, geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu savaştan sonra 1454 yılında, yani Fatih`in Trabzon`u ele geçirmesinden 7 (yedi) yıl önce, Trabzon`u kuşatıldı. Üç gün süren bu kuşatmadan bir sonuç alınamayıp, geriye yani Kelkit Vadisi`ne dönüldü.
1461 yılına gelindiğinde, Fatih`in Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı seferi görüyoruz. Bu tarihlerde, Görele, Tirebolu, Giresun kaleleri, Trabzon İmparatorluğu`na bağlı iken, Kürtün, Dereli, Tirebolu, İnesil köyü arasındaki geniş kesim Çepni beylerinin komutasında idi. "İnesil Köyü şeklinde ifade ettiğimiz yer, bugünkü Eynesil'in merkezi olan Gümüşçay, Bibercikumu ve civarıdır." ~Çepniler XV. yy.ın ikici yarısının ortalarında tamamen yerleşik bir hayat geçirmekte, hepsi köylerde yaşamaktadır. Bu yörede hiç
bir Hrıstiyan köyü görülmüyor. Onlar bilhassa Görele, Giresun ve Tirebolu kalelerinde oturuyorlar. Esasen defterlerde Hristiyanların kalelerde yaşadıkları bildiriliyor.~ * Faruk Sümer, Çepniler, s. 45 *
Bu köylerde bal üretilip, bağcılık yapılıyordu. Meyve ve ceviz de üreten bu köylerde doğan, şahin, atmaca gibi avcı kuşlara ait yuvalar da bulunmaktadır.
Trabzon`un fethedildiği tarihin ne olduğu hususunda görüş birliği yoktur. Sadece İsmail Hakkı Uzuçarşılı, 26 Ekim 1461 ( 21 Muharrem 866) şeklinde bir tarih vermiştir. Ancak bu tarihi nasıl tesbit ettiğine ilişkin bir kaynak göstermemiştir.
M.Kemal Yanbey tarafından neşredilen Trabzon`un Fethi isimli kitap okunduğunda, Trabzon İmparatorluğu ordusunun 20.000 kişi olduğunu ve donanma gücünün de Osmanlı Donanma gücü ile eşit güçte olduğu görülecektir. Bu konuya ilişkin tarih kitaplarında geniş bilgiler bulunmaktadır. Bu nedenle bu konuya fazla girmeyeceğiz.
Trabzon İmparatorluğu üzerine yapılan sefer esnasında bugünkü Eynesil Kalesi, Tirebolu, ve Giresun kaleleri bu imparatorluğa bağlı idiler. Fatih Sultan Mehmet fetih gerçekleştikten sonra gerekli olan tayinleri yapmış, imar hareketlerinde bulunmuştur.
Daha sonra ise ordusu ile birlikte sahili takip ederek batıya hareket etmiştir. Donanma ise kendisini denizden takip etmiştir.
Tarihçi Dursun Bey, Fatih ve askerlerinin Trabzon`dan itibaren sahili takip ettiğini, ancak yolun yer yer ağaç ve ağu dalları ile kapalı olması nedeniyle, bazen deniz yolu ile gittiğini; büyük zorluklarla önce Canik`e, daha sonra da Tokat`a ulaştığını, Tokat`tan sonra da İstanbul`a geldiğini söylemektedir. * Dursun Bey, Tarih-i Ebul Feth, Çev. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s.105 - 110 *
İbn-i Kemal ise, Fatih`in ve askerlerinin Trabzon`un fethinde ve İstanbul`a dönüşte çok zahmetler çektiğini, Trabzon`un fethinden sonra İstanbul`a gelinirken, yollarda bir çok insan ve hayvanın açlıktan ölmüş olduğunu, bu havalideki insanların yiyeceklerinin ancak kendilerine yettiğini yazmışlardır.
"Trabzon yöresi bir sancak itibar edilmiş ve donanma kapudanlarından Kazım Bey, Trabzon`un ilk sancak beyi olmuştur.
Anlaşıldığına göre bundan sonra, Fatih kıyıdan batıya doğru giderek herhalde Görele (Eynesil), Diribolı (Tirebolu), Bedreme ve Giresun kalelerini aldıktan sonra Canik yolu ile Tokat`a ulaşmıştır." * Faruk Sümer, Çepniler, s.42 *
Trabzon`un ele geçirilmesi hususunda eser neşreden tarihçiler, (Dursun Bey, İbn-i Kemal, Aşık Paşazade,Hoca Saadettin Efendi) Fatih`in askerleri ile birlikte kara yolunu takip ettiğini, hatta burada meskun Türk toplulukları bulunduğu noktasında bilgi vermiş olmalarına karşın, Fatih`in Giresun, Eynesil, Tirebolu kalelerini fethedip etmediği noktasında bilgi vermemişlerdir.
Kanaatimizi sorarsanız bu kaleler de, herhangi bir çatışma yaşanmaksızın Osmanlı İmparatorluğu'na tabi olmuşlardır.
1486-1515 TARİHLİ TAHRİR DEFTERLERİNDE YÖRE
Kürtün`e Bağlı Eynesil
1486 yılında yapılan tahrire göre, Eynesil ve Görele, Eyalet-i Rum sınırları içindeki Trabzon sancağına bağlı Çepni İli`nde, Kürtün Zeameti adlı bir idari üniteye bağlı bulunuyordu. Bu dönemde henüz idari bakımdan düzen sağlanamamış olması nedeniyle, eski Çepni beyleri dönemindeki idari yapı, Osmanlı tımar sisteminde aynen sürdürülüyordu. * Feridun Emecen, XV. ve XVI. asırlarda Giresun ve yöresine dair bazı bilgiler. 19 mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, Samsun 1989, sayı 4, s.158 *
1515 tarihli tahrir defterine göre Görele (Eynesil); Trabzon sancağında, Kürtün kazasına bağlı, Çepni Vilayeti adlı idari birimde bulunan bir kale şehir idi. Kürtün Kazasındaki dört kaleden üçüncüsü Görele Kalesi idi.
Adı geçen tahrirde idari taksimat nahiye esasına göre yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre Eynesil, Kürtün Nahiyesine bağlı köyler arasında yer alıyordu. Bu köyler arasında Bada, Eynesi, Oğuz`da bulunmaktadır.*Faruk Sümer, Çepniler, s.97 * Görele (Eynesil) Kalesi
Bu köylerden Eynesil, (Görele Kalesi) köyünün 1515 tarihli Eyalet-i Rum Tahrir Defterine göre durumu şöyledir:
" Görele kalesinin Camii imamı Mehmet Fakih`tir. Kendisine Kelete, Manastır, Kızılcainek köyleri tımar olarak verilmişti."
Şimdi Eynesil`deki kalede Mehmet fakih`in imamlık yapmış olduğu camiiden eser yoktur.
Kitabımızın bu bölümünün yazımında çok önemli ve büyük katkıları olan Murat Cebecioğlu`nun büyük babası Hürüşanoğlu Ali ile yaptığı ve aynen yazıya aktardığı bilgiler, buradaki cami ile ilgili olarak gerçekten çok büyük bir önem taşıyor. "Bir sohbetimiz esnasında, büyükbabam Gebecoğlu Ali, Eynesil tarafındaki ağzının üst tarafındaki düzlükte büyük bir mezarlık olduğunu, bu mezarlığın duvarları ayakta kalan bir de cami olduğunu ve o yerin sahibinin mezarlığı düzlediğini, caminin duvarlarını ise yıkarak o havaliyi tarla haline getirdiğini söylemişti. Gene büyükbabam Gebecoğlu Ali, o sohbetimiz esnasında bugün Bilal Kara`nın mezarının bulunduğu yerde de çok büyük bir mezarlığın olduğunu, bu mezarlığın taşlarının, eski camiin genişletilmesi esnasında kullanıldığını; eski camiin önlerinden başlayarak bugünkü memur evlerinin bulunduğu yerler ile eski hükumet konağı, eski karakol binası ve bugünkü İmamhatip ve Kuran Kurslarının bulunduğu yerlerin mezarlık olduğunu söylemiştir. Hatta evlerinin batı tarafındaki meyvelikte bir bina temeline rastladıklarını, o bina temelinin komşularının yeri olan, Mucukoğlu Bahçesi tarafına doğru uzayıp gittiğini, çıkarmış oldukları Horasan kirecinden temel taşlarını evlerinin arkasındaki taş duvarlarda kullandıklarını anlatmıştı. Büyükbabamın anlattığına göre tahrir defterlerinde geçen Görele Camii, herhalde bugünkü tünelin üstündeki düzlükte idi. Yapılan kazı ve harfiyat esnasında çıkan ev emelleri de, Eynesil ve dolaylarının eski bir yerleşim yeri olduğunu doğrulamaktadır. "
1486 ve 1515 tarihli tahrir defterlerine baktığımızda gözlemlediğimiz en önemli olgu, Çepni beylerinin de Tımar sahibi olduğudur. Buradan yola çıkılarak yöredeki Çepnilerin Alevi olmadığı, zira dönemin İktidarının Alevilere Tımar beyliği vermedikleri söylenebilir. Bu görüşte olan Murat Cebecioğlu ilaveten şunları da belirtiyor.
Alevilerin hiç koymadıkları isimler olan Bekir, Osman, Ömer gibi isimler, yöremizde bugün olduğu kadar o dönemde de vardı. Yine aynı şekilde, camilerin varlığına rastlamaktayız. Kaldı ki, Alevi köylerinde cami bulunmaz. Açıkça görülecek olduğu üzere, bu camilerde görev yapan imam ve fakihler de yöre insanlarından yetişmiştir."
Murat Cebecioğlu yörede Türk boyu olarak sadece Çepniler'in olmadığını, Alayunt, Eymür, Karkın, Üregir gibi boylarında yerleşik olduğunu, tahrir defterlerine dayanarak ifade ediyor. Bu insanlar esas olarak Uluköy, Çanakçı, Sisdağı dolaylarında yaşarken, daha sonraları Eynesil, Beşikdüzü, Görele civarlarına inmişlerdir. Hüseyin Alparslan, Tarihçi Şakir Şevket`ten naklen Çepniler'in önce Türk ilinden İran`a göçtüklerini, Kızılbaşlık öğrendiklerini, İran`da tek durmadıklarını, rahat oturmadıklarını, hanlarının kendilerini istemediklerini, bunlarında Anadolu`ya göçtüklerini Anadolu`ya göçen (Alevi) Çepnilerden yüzbin kişinin (daha çoğunun Giresun, Tirebolu, Görele, Büyükliman`da bulunmak üzere) Trabzon bölgesine yerleştirildiklerini bir rivayet şeklinde anlatır. * Ayhan Yüksel,
Geçmişten Cumhuriyete Kadar Görele, Giresun Dergisi *
Bunun ne önemi olabilir? diye bir soru sorulabilir. Bu soruya ve sorunun içinde bulunan cevaba ben de katılıyorum. Ancak bir halkın veya etnik yapının tarihini bilmesi ve kültürünü yaşatması gerekliliği genel olarak kabul görmüş bir doğrudur.
Buradan yola çıkarak Sayın Murat Cebecioğlu (tahrir defterlerine ve Mühimme kayıtlarına dayanarak) Eynesil, Görele, Keşap, Dereli ve dolaylarının Çepni, Alayunt, Döğer, Eymür, Karkın hatta Bayat, Kınık boylarınından geldiğini ifade etmektedir.
Buna katılmakla beraber, yörede farklı etnik yapılarında yerleşmiş ve uzun müddetler hüküm sürdükleri gözönüne alınmalıdır diye düşünüyorum. Belki Eynesil ve yöre insanının kökeni büyük bir çoğunlukla Çepni ve diğer Türk boylarına dayanmaktadır, ama azımsanamayacak bir kesimide en az bahsi geçen Türk boyları kadar onurlu, diğer etnik yapılara mensup olduğu bir gerçektir.
Zira yöre tarihi boyunca bir liman şehri olmuştur. Bu özelliği ile uygarlıklar bölümünde ifade olunduğu üzere Finikelilere, Cenevizlere, Pontuslara, ve daha birçok etnik kökeni farklı olan halklara yataklık etmiştir.
Faruk Sümer, Çepniler isimli kitabının 111. sayfasında 1515 yılı tahrirlerine dayanarak;
Görele Kalesinin, hisarerlerinden Ahmet Reisoğlu Bayezid`in tımarı olduğunu ifade ettikten sonra, bu köyde 17`si bennek, 1 caba olmak üzere 17 hane bulunduğunu, 3 mücerred, 5 zemin, 1500 hasıl olduğunu elirtiyor.
Diğer hususlar başlığı altında ise şunları ekliyor.
" Bunlardan Hub oğlu Resul, "kızılbaş" fetretinde olup Görele kalesinde hizmet etmiştir. Kızılbaşların, ta Karadeniz kıyısındaki Görele Kalesine kadar gelmiş olmaları hayret vericidir. Çünkü böyle bir bilgi, tarih kaynaklarında görülmez. Defterde kızılbaşların, Yavuz`un kardeşleri ile mücadele ettiği sırada; Şah İsmail`in Erzincan Valisi Rumlu Nur Ali Halife tararfından yapılmış olan (918 = 1512) bir akın kastedilmiş olmalıdır. Çünkü Nur Ali Halife, 918 yılında Osmanlı ülkesine girerek çok tahribat yapmıştı. * Rumlu Hasan Beg, Ahsenüt Tevarit , 1931, s.134-135 *
~ Kızılbaş : Başlıkların renginin kırmızı olması nedeniyle, Alevilere kızılbaş denmiştir~
~ Mum söndü : Yavuz'un doğu seferinin yapıldığı yıllarda Aleviler, Şah İsmail tarafını tuttukları için sindirilmişler. Bunun doğal sonucu olarak, halk dahilde yüksek dağlarda yerleşime mecbur kalmış, ibadetlerini de gizli yapmıştır. Bu ibadet yapılan evlere sünnilerin alınmaması, ve ibadetlerin gece yapılıyor olması, halk arasında mum söndü hikayesinin ortaya çıkması için yeterli olmuştur.~
Tekrar konuya dönelim. Trabzon Sancak Beyi Bıyıklı Mehmet Bey`in 921 yılında, yani Çaldıran zaferinden sonra Dersim`deki Ovacık`ta Nur Ali halife ile karşılaşarak onu yendiğini, hatta Nur Ali`nin hayatını kaybettiğini biliyoruz. * aynı eser, s.154 * * Faruk
Sümer, Çepniler, s.111 *
1486 - 1515 arasındaki 29 yıllık dönem
1486 ile 1515 yılı tahrir defterlerine göz atıldığında çok iyi görülecektir ki; 29 yıllık süreçte, birçok yeni köy kurulmuştur. 1486 yılında sadece darı ekilirken, 1515 yılında buğday, arpa, çeltik, kendir dikimi de yapılmıştır. Eskiden olduğu gibi balcılık, bağcılık, meyvecilik, ve hayvancılık (koyun) yapılmaktaydı.
1515 yılında, kıyıdaki kalelerde (Görele, Tirebolu, Giresun) 858 Hrıstiyan vergi nüfusu yaşamaktaydı. Yine bu tahrir defterine göre, sadece Görele Kalesinde 151, Yave Bolu`da ise 58 vergi nüfusu bulunmaktaydı.
Duraklama devrinde yörenin durumu
Eynesil`in, 1515 yılı tahrirlerine göre Kürtün Kazasının köylerinden biri olduğunu söylemiştik. Bu durum, 1867, 1868 senelerine kadar devam etmiş, o yıllarda yapılan düzenlemeye göre Görele ile Yavebolu birleştirilerek Trabzon`a bağlı nahiyeler arasına girmiştir. 1875`ten önce Görele nahiyesi, Tirebolu kazasına bağlı nahiyelerdendir.
1875 yılında, Görele nahiyesi Tirebolu`dan ayrılıp kaza yapılmış; Eynesil`de, Görele kazasının köyleri arasında yeralmıştır.
1486 tarihli Eyalet-i Rum tahrir defterine baktığımızda, Eynesil`in Sivas Eyaletine bağlı Trabzon Sancağının, Çepnieli Kürtün zeameti idari birimi içinde yeraldığını görmekteyiz.
Bu esnada Eynesil`de 18 hane vardır. 1515'li yıllara geldiğimizde Tahrir defterlerinde Eynesil`de 34 hane olduğunu ve Eynesil`in Yahya Bey`in tımarı olduğunu görüyoruz.
Eynesil`in Kürtün Nahiyesine bağlılığı 1867 / 1868 yıllarına kadar sürmüş, 1868 yılında yapılan bir idari düzenlemeyle Görele ve Yavebolu birleştirilmiş ve Trabzon`a bağlanmıştır. 1875 `ten önce Görele Tirebolu kazasına bağlı nahiyelerdendir. 1875 yılında Görele, Tirebolu`dan ayrılıp kaza yapılmış, Eynesil`de Görele Kazasının köyleri arasına girmiştir.
16. yüzyılın sonlarında Trabzon, Sivas`tan ayrılmıştır. Aynı yüzyılda Kafkas Dağları eteklerinden, Canik Sancağı`na kadar olan bölge, bu eyaletin mülki arazisi olmuştur.
Eynesil Köyü ile Görele Kalesi, bu eyaletin toprakları arasında kalmaktaydı. Eynesil Köyü ile Görele Kalesi zaman zaman Don kazaklarının, yağma ve istilalarına maruz kalmıştır. Bu yağmalardan birisi de 1623 / 1624 yılında gerçekleşmiştir. Bu tarihte Don
Kazakları, Görele Kalesi ve Tirebolu kalesine saldırmışlardır. Bunu haber alan Trabzon halkından birçok gönüllü yardıma koşmuştur. Ancak bu baskınlarda, Görele (Eynesil ) Kalesi tamamen harap oldu. Bu baskınlar sonucu yöre halkı Evliya Çelebi`nin Seyahatnamede bahsettiği gibi yüksek dağ köylerine kaçmışlardı.
1683 yılında yapılan Viyana Kuşatmasında askere ihtiyaç duyan Osmmanlı İmparatorluğu, bu itiyacını gidermek için Görele ve Tirebolu`dan 300 asker temin etmiştir.
1703 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından gemi inşa edilmesi emrolunan iskeleler arasında Görele`de vardı.
Görele İskelesi 2 gemi yapmak suretiyle bu emri yerine getirmiştir.
1729 yıllarında, Trabzon valisi, Tirebolu Kadısı, Tirebolu Voyvodası, Yeniçeri Serdarı, Vilayet Ayanı, ve iş erlerine gönderilen bir emr-i şerif`te, Elegü Deresi (Görele Deresi) ve Sarıyar köyleri halkının, öteden beri eşkiya taifesinden oldukları, kömürcülük işi ve
diğer yapmakla mükellef oldukları işleri yapmadıkları gibi, yankesicilik ve soygunculuk yaptıkları ve adam öldürdükleri belirtilmekte, bu nedenle Tirebolu halkının bu üç köyün üzerine gidip onları cezalandırmaları istenmiştir.
Üç yıl sonra (1732`de), Görele Çepniler'inin; Espiye Madenlerinde çalışan işçiler ile başkalarının yollarını keserek soygunculuk yaptıkları, 1744 yılında`da Espiye Madenine saldırdıkları anlatılmaktadır.
Çepnilerle ilgili bilgilerimizi toparlamak için geriye doğru bir dönüş yapalım ve sırasıyla bilgilerimizi hatırlayalım.
a. Çepniler Oğuzların üçok kolundan olan Gökhan`dan türemiştir.
b. Anadolunun Türkleştirilmesi noktasında önemli görevler yükümlenmiştir.
c. Çepni Türkleri`nin tamamı Alevi olmasa da, önemli bir kesimi Alevi`dir. Bu insanlar içinde, büyük olasılıkla bizim atalarımız da bulunmaktadır.
d. 1515 yılındaki ve daha önceki tahrir defterlerinde Anadolu`da Çepni varlığı görülmektedir. Ancak Anadolu`da Çepni varlığı 1200`lü yıllardan bu yanadır.
e. Çepni boyunun tamamı Anadolu`ya göç etmiştir. Esprili bir dille söylersek. Artık Horasan`da bir kotluk tarlamızda yok.
f. Anadolu`nun bir çok yerinde, çepni yerleşim birimleri vardır.
g. Çepniler yörede pek iyi bir yaklaşımla anılmazlar. Kaba insanlar olduğundan bahisle; "Çepni ne bilir bayramı, Zır zır içer ayranı" şeklinde sözler söylenir.
FEODAL BEYLER (AYANLAR)
Yine 18. yüzyıl sonlarında, İmparatorluğun Rumeli ve Anadolu`daki eyalet ve Sancaklarında, hatta kaza ve nahiyelerinde olduğu gibi, Doğu Karadenizde`de birçok ayan ortaya çıkmıştır.
Trabzon Eyaleti dahilindeki belli başlı ayanlar şunlardır.
Kuğuoğlu Süleyman
Görele Ayanı
Dedeoğlu Süleyman
İnesil Ayanı
Turnacıbaşı Ömer
Trabzon Ayanı
Hacı Salihoğulları
Tonya Ayanı
Bahadıroğlu
Büyükliman
Sakaoğlu
Çarşıbaşı
Abanozoğlu
Trabzon Ayanı
Hacıhasanoğlu
Pulathane
Eyüboğulları
Maçka Ayanı
Küçükibrahimoğlu
Sümene Ayanı
Kıraçoğlu
Of Ayanı
Tuzcuoğlu Hüseyin
Rize Ayanı
Ekşioğlu
Rize Ayanı
TUZCUOĞLU İSYANI ve DEDEZADE SÜLEYMAN AĞA
Dedezade Süleyman ve Tuzcuoğlu
18. yüzyıl ve daha öncelerinde, Dedeoğulları sülalesi Eynesil'in ileri gelenlerindendi. 19. yüzyılın başlarında, bu aileden Dedeoğlu Süleyman Ağa'nın, Eynesil Ayanı olduğunun görmekteyiz.
Dedeoğlu Süleyman Ağa'nın, Trabzon'lu Hacı Salihoğlu Ali ile birlikte Osmanlı İparatorluğu'na karşı başkaldırışını aşağıda anlatacağız.
İsyanın Başgöstermesi
XIX.yy.'ın başlarında, Rize Ayanı Tuzcuoğlu Memiş Ağa, Trabzon Valisi Hazinedarzade Süleyman Ağa ile bir nüfuz çekişmesi içine girmişlerdir. Bu şekilde başlayan sürtüşmeye, bir de alacak meselesi dahil olmuştur.Vali'nin Tuzcuoğlu'nu Osmanlı İmparatorluğu'na şikayet etmesi ile Tuzcuoğlu isyan etmiştir.
Bu isyan neticesinde sahilde Hopa - Trabzon arası, iç kesimlerde de Gümüşhane, Bayburt ve Şebinkarahisar'ı içine alan bölgeler isyancıların eline geçmiş, ancak hükumet karadan askeri kuvvetleri, denizden de donanmayı göndermek sureti ile bu isyanı bastırmıştır. Sonuç olarak ele geçirilen, Tuzcuoğlu Memiş Ağa idam edilmiştir.
Af edilmelerini isteyen, isyanın ele başlarında Hacı Salihoğlu Ali Trabzon`a, Kalcıoğlu Süleyman Ağa`da Sürmene`ye yerleştirilmişlerdir. Bu ayanlardan, Tonya Ayanı olan Hacı Salihoğlu Ali, Eynesil Ayanı olan Dedeoğlu Süleyman`ın damadıdır.
Memleketlerinden ve birbirlerinden ayrılan bu iki ayan çok geçmeden sızlanmaya başlamışlar, eski yerlerine dönmek istemişlerdir. Bunun üzerine Trabzon Valisi Süleyman Paşa ile aralarında çatışma çıkma olasılığı gündeme gelmiştir.
Yeniden çatışma çıkmasını istemeyen hükumet, Süleyman Paşa`yı Alaiye (Alanya) sancağına tayin ederek isyanı önlemiş, Süleyman Paşa`dan boşalan valiliğe de,
Hüsrev Paşa`yı tayin etmiştir.
Hüsrev Paşa Trabzon`a gelip görevi devraldıktan sonra, eski Trabzon Valisi Süleyman Paşa ile birlikte eşkiyaya karşı hareket etmiş olan Şatırzade Osman Bey'le yakınlık kurmuştur.
Hüsrev Paşa'nın Şatırzade Osman Bey ile dostluk kurması ve yakın ilişkiler içine girmesi, eski isyancılardan Kalcıoğlu Osman Bey ile Hacı Salihoğlu Ali`yi şüpheye düşürmüş ve bir araya gelmeye karar vermelerine neden olmuştur. Bunun için de, ilk olarak Sürmene`de zorunlu ikamete sevkolunan Kalcıoğlu Süleyman Ağa, Vali Hüsrev Paşa`ya dört - beşbin kişilik kuvveti ile Trabzon`da oturmayı teklif etmiştir. Bu teklif, Vali Hüsrev Paşa tarafından kabul edilmemiştir.
Kalcıoğlı Osman Bey`e verilen bu olumsuz yanıt üzerine, sükunet halindeki Tuzcuoğlu küplere binmiş, derhal Sürmene'li Deli Ahmet, Alay Beyi Oğlu ve Gümrükçüoğlu gibi diğer bazı ayanları da etrafına toplayarak, yeniden bir ayaklanma teşebbüsüne girişmişlerdir. İki taraf gizlice hazırlıklarını yapmışlar, isyancılardan Kalcıoğlu Osman Bey`de, Hacı Salihoğlu ile ittifak etmiştir. Daha sonra Kalcıoğlu Osman Bey Sürmene`de, Hacı Salihoğlu Ali de Trabzon`un Vakıf köyünde, Hacı Salih oğlu Ali`nin kayın babası olan İnesil (Eynesil) Ayanı Dedezade Süleyman Görele Kazasında, yani bugünkü Kale ve dolaylarında, Deli Ahmet ile Alaybeyioğlu da Çavuşlu Mevkiinde, eylemsel olarak başkaldırı hareketine girişmişlerdir.
İsyanın başlaması üzerine hükumet başkaldırının önderleri ile anlaşmaya çalışmış, ancak başarıya ulaşamamıştır. Önce Şatırzade, Kalcıoğlu Osman, Hacı Salihoğlu Ali ile ayrı ayrı görüşmüş ve onları elde ederek ve biribirine düşürmek istemişselerse de başaramamışlardır. Nihayet İnesil (Eynesil) ayanından Dedezade Süleyman, ikiyüz kişi ile Görele (Kale)`den taarruza geçmiş ve isyan fiilen başlamışlardır. Bu durum karşısında, Trabzon Valisi Hüsrev Paşa; Canik, Lazistan ve Şarki Karahisar havalisinden toplamış olduğu kuvvetlerle, 17.01.1819`da harekete geçmiştir. Önce Kalcıoğlu Osman Bey`in yeğeni Deli Mehmet`in Konağı sarılmış, ancak Mehmet Ağa kaçtığından aile efradı yakalanarak Trabzon`a gönderilmiştir.
Daha sonra Dedeoğlu Süleyman`ın, savunma halinde bulunduğu kendi konağı (bugünkü Kaledeki konağı) kuşatılarak Süleyman Ağa, 3 (üç) adet top ve mühim miktardaki malzeme ile birlikte Hüsrev Paşa kuvvetlerinin eline geçmiştir.
Akçaabat üzerine giden kuvvetler ise Kalcıoğlu Osman ile Hacı Salihoğlu Ali`yi, Tonya`ya kaçmaya mecbur etmişlerdir.
Bunların maiyetinde bulunan Bahadıroğlu, Hacıfettah Oğulları, Pir Ali vs. hata yaptıklarını
ifade ederek yine af dilemişlerdir. Bu isyanlar, 1825 yılına kadar sürmüş, nihayet Şatırzade Osman Bey Erzurum Mübayacılığı`na tayin edilmiştir. Bu şekilde isyanların ikinci devresi de kapanmıştır. Eynesil`in tarihi bakımından çok önemli olan bu isyan hakkında geniş bilgi, tarihçi Münir Aktepe`nin Tuzcu oğlu isyanı hakkındaki kaynakçada zikrolunan eserinde yer almaktadır.
Kalenin Topa Tutulması Ve Şarlo kasabası
Faruk Sümer, Kethudazade Mehmet Emin Ağa`nın bugünkü torunlarının vermiş olduğu bilgilere dayanarak, O`nun Tirebolu Voyvodası olduğunu, Tuzcuoğlu isyanında önemli bir rol oynadığını, Görele Derebeylerinin bugünkü kaledeki konaklarını yıkıp, Görele`den uzaklaştırdığını ifade ederek, Kethudazade Mehmet Emin Efendi`nin isyancıların zulmünden(!) kaçan halkın eski yerlerine dönmelerini sağlamış olduğunu, Hatta bugünkü Görele kazasını O`nun kurmuş olduğunu ifade etmektedir.
Yine Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi'nin 113. sayfasında, 18 Ağustos 1818 `da Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın isyanı esnasında, Giresun Kalesi'nin Laçinoğulları'nın eline geçtiğini, daha sonrada İstanbul`dan gönderilen iki fırkateyn ile bir Korvet`in yardımı ile Giresun, Keşap, Tirebolu ve Elevi'nin isyancıların elinden geri alındığını yazmaktadır.
Faruk Sümer`in bu kaydından, 1816 yılında Görele Kalesi'nin yine asilerin eline geçtiğini, ve yine donanmanın bu tarihte Görele Kalesi'ndeki konutları yıkmış olduğu anlaşılmaktadır. Belki de, bugün kalenin yıkık duvarları bu tarihteki çatışmalardan kaynaklıdır.
Tuzcuoğulları isyanının ikinci devresini oluşturan 1818 - 1821 isyanları esnasında kale ve çevresi ile Eynesil ve dolaylarının büyük tahribata uğradığı anlaşılmaktadır.
19. YÜZYIL SONUNDA EYNESİL ve GÖRELE
" Eski Görele iki kısımdan ibaretti. Esas bölüm bugünkü Görele Burnu (Eynesil`deki Kale Burun) denilen yerde Kalenin çevresindeki kasabaydı. Buranın bir kilometre doğusunda bulunan Yavebolu, sonradan Yobul ve Adabük (Adacık) olarak anılmıştır.
Görele (Eynesil) kalesi ile Yavebolu`da saldırıya uğrayınca doğuda şarlo adı ile bir kasaba daha belirdi. Bu kasaba ve çevresinin halkı 1894 yılında Görele`den ayrılarak, kısmen Trabzon merkez ilçesi ile Vakf-ı Kebir`e bağlandı. Şarlo adı da daha sonra Beşikdüzü olarak değiştirildi.
1896 yılında Trabzon ilinde görülen Kolera salgını, Görele`de de (Eynesil) görüldü. Ancak halkın, mevsimin yaz olması nedeniyle, yaylada olması fazla zayiatı önledi." * Mustafa Arslan, Görele *
1877 Osmanlı Devlet Salnamesi`nde Görele'nin, Trabzon Vilayeti'nin merkez sancağına bağlı olduğu yazılıdır. 1892 tarihli Salnamede de durum değişmemiştir. Ancak daha önce Şebinkarahihar Sancağına bağlı olan Giresun kazası, bu sefer Trabzon`a bağlanmıştır. Aynı yıl (1892) Paris`te Vital Cuinet tarafından yazılan La Turquie D`aise isimli eserde de bu durum doğrulanmıştır.
Cuinet`in yazdığı bu eserde, Görele hakkında şu bilgiler vardır.
Bu kazanın doğusunda Vakf-ı Kebir, batısında ise Tirebolu vardır. Güneyinde ise Torul vardır. Denize doğru uzanan dar bir alanda yeralmaktadır. 30.000 kişi oturan bu kazanın 56 tane de köyü vardı. Temel ürünleri buğday, fındık, mısır ve fasulye olup bunlar yöredeki tüketime ancak yetmektedir.
Karadeniz`e 35 kilometre kıyısı olan Vakfıkebir ilçesi merkezi bir ilçedir. Trabzon`un 41 km. batısında ve Tirebolu`nun doğusundadır. Toplam 57 köyü olan bu kazanın nüfusu, 17.650`dir. * Vital Cuinet, aynı eser, s.47-48, Çev. Hülya Gürel *
1831 yılında yapılan ilk osmanlı nüfus sayımında Görele`nin erkek nüfusu 3.973 olarak tesbit edilmiştir.
1869 Tarihli Trabzon Vilayeti salnamesinden bu sayının 9.317`ye ulaşmıştığı anlaşılmaktadır. Ancak bu tarihte Görele`de yaşayan Ermeni nüfusu çok azdı.
1880 tarihli Trabzon Vilayeti Salnamesinde ise Görele`nin müslüman erkek nüfusu 12.118 gayrimüslim erkek nüfusu da 2434 olduğu ifade olunmuştur.
Miladi 1876 (Rumi 1293) tarihli Trabzon Salnamesinin 151. sayfasında Eynesil Görele İshaklı olarak adlandırılmış ve 292 Müslüman erkek nüfus yaşadığı ifade edilmiştir. Aynı salnamede, 101 tane İslam hanesi olduğu yazmaktadır. Ermeni ve Rum nüfusun görünmediği Görele İshaklı köyünde, 1876 tarihini müteakip önemli sayıda Ermeni ve Rum nüfusun varlığı gözleniyor. Bunun birbirini izleyen iki nedeni vardır. Osmanlı sayım memurları Ermeni ve Rum nüfusu saymamışlardır. Bununla birlikte 1876 tarihini müteakip Görele İshaklı'ya ticaret maksadıyla çok sayıda Ermeni ve Rum nüfus gelmişti. Bu salnamede Görele İshaklının vergi
miktarı şu şekilde gösteriilmiştir
Aşar Rüsumu : 4.000 kuruş
Ağnam Rüsumu : 597 kuruş
Vergi : 4.824 kuruş
Miladi 1901 (Rumi 1319) yılı Trabzon salnamesinin 122. sayfasında Eynesil Rüsumat memurunun Hacı Selahattin Efendi olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda alıntı yapılan Salnemeleri tarayan ve bu bilgileri bize ulaştıran Sayın Ayhan Yüksel'e teşekkür ederim.
1903 yılı Maarif Salnamesinde Giresun, Tirebolu, Görele kazası ile Akköy (Bulancak) nahiyesinde bir de Rüştiye okulu bulunduğu belirtilmiştir.
Aynı salnamede Görele`de 5 medrese ve 225 öğrenci olduğu yazılmaktadır.
Bu medreseler ve bunların öğrenci adetleri şöyledir.
Atik Medresesi 31 öğrenci
Hamidiye Medresesi 15 öğrenci
Teşvikiye Medresesi 57 öğrenci
Tevfik-i Hak Medresesi 25 öğrenci
Dar-ül Hadis Medresesi 97 öğrenci
TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
Giriş
Türkler'in, tarih sahnesinde ilk olarak görüldükleri yer, Altay Dağları ile Orhun - Selenga ırmakları boylarıdır. Bu havalide boylar halinde
yaşayan Türkler, ilerleyen zaman içinde sayılarının artması nedeniyle, Orta Asya'ya yayılmışlar, Orta Asya'da çeşitli isimlerle anılan devletler kurmuşlardır.
Çin Yıllıklarında, M.Ö. 13. yüzyılda Orhun - Selenga boylarında, Türkler'in yaşamış olduğundan bahsedilmektedir. Yine Çin yıllıklarında, M.Ö.3. yüzyılda Hun boyunun etrafında toplanan Türk boylarının, bir devlet kurmuş olduklarına dair bilgi de yer almaktadır. Bu devletin hükümdarı ünlü Teoman'dır. Teoman`ın oğlu ise Mete`dir. Mete`nin asıl adı Motun olup, anlamı "Boy Beyi"dir. Bu kişinin bazı tarihçiler
tarafından, Oğuzhan olduğu tahmin olunmaktadır. Hunlar'dan sonra, Orta Asya`da Tabgaçlar ve Avarlar devlet kurmuşlardı.
Göktürkler
Avarlar'ın, Orta Asya'ya hakim oldukları sıralarda, Altay Dağları eteklerinde Türk adını taşıyan bir boy, Avarlar'a bağlı olarak yaşıyor, demircilikle uğraşıyorlardı. Bu boy Avarlar'a silah yapıyordu.
M.S. 551 yılında Tabgaçlar'ın isyan etmesi üzerine, Avar Hanı bu isyanı bastıraramamış, Türk Boyu'nun önderi olan Bumin'den yardım istemiş, Bumin, Avar Han'ına yardım etmiş, ve bu şekilde Tabgaçlar`ın isyanı bastırılmıştır.
İsyanın bastırılmasından sonra Bumin, Avar Han'ına elçi göndererek, kızını istemiş, Avar Hanı "Ben Altay Dağları'nda demircilik yapan bir köleye kızımı vermem." diyerek, Bumin'in elçisini geri göndermiştir.
Buna çok öfkelenen Bumin; "Bizim savaşacak gücümüz var." diyerek halkını boyuna ait kurt başlı bayrak altında toplanmış, Altay Dağların'dan inerek, Avar Han'ının üzerine yürümüş, Avar Han'ını yenerek, Orta Asya'daki hakimiyetine son vermiştir.
Orta Asya'yı terk eden Avarlar, Doğu Avrupa'ya gelerek burada bir devlet kurmuşlardır.
Avarlar'ın Orta Asya'daki hakimiyetine son veren Bumin, Orta Asya'daki diğer Türk Boyları'nı egemenliği altına alarak M.S. 552 yılında, Göktürk devletini kurar. Bu devlet, tarihte Türk adı geçen ilk devlet olması nedeniyle önemlidir.
Türk Kelimesi Ne Anlama Gelmektedir ?
Türk kelimesi; isim olarak güç, kuvvet, kudret anlamına; sıfat olarak da güçlü, kuvvetli, kudretli anlamlarına gelmektedir. * İbrahim Kafesoğlu, Türk Mad., C.12/2, s.142 *
Ziya Gökalp`e göre ise Türk sözcüğü, Töre sözcüğünün türetilmiş halidir. * Ziya Gökalp, Türk Töresi, s.4, İstanbul 1339 *
Ancak Tarihçi Neşri, Türkmen adı için başka bir görüş ileri atar. Ona göre Şamanizm'e mensup olan Türkler'e, müslüman olduktan sonra Terk-i İman inancını terkeden) dendi. Daha sonra bu kelime kullanım farklılığı nedeniyle Türkman (Türkmen) şekline girdi. * Neşri Tarihi, s. 14, TTK * Türklerin yaşamış oldukları yerlere Avrupalılar ve Bizanslılar, "Turkia" demişlerdir. Orta çağda Bizanslılar, Orta Asya'ya Büyük Türkiye anlamına gelen "Magne Turkia" demekte idiler. * Murat Cebecioğlu * Türkler'in en büyük ve en teşkilatlı kolu, Oğuzlar'dır Oğuz kelimesi eski Türkçede ok anlamına gelmekte olup, sondaki "k" harfi, "ğ" olarak yumuşatılmıştır. "z" harfi ise, eski Türkçe`de çoğul ekidir. Öyleyse Oğuz, oklar anlamına gelmektedir. Aynı zamanda oklar, Türk boylarının siyasi birliğini de ifade etmektedir.
Türkler'in İslamı Kabul Etmesi
Oğuzlar, X. yüzyılın başlarında Hazar Denizi`nin doğu kıyılarına gelerek, Oğuz Yabgu devletini kurmuşlardır. Yine aynı yüzyılda, kütleler halinde islam dini kabul edilmiştir. Bu sürecin başlangıcı olarak, 751 yılında yapılan Talas Savaşı kabul edilir. Genel kabul gören bu görüş dışında, farklı görüşlerin var olduğu gerçeğini de itiraf etmek zorundayız.
Türklerin nasıl müslüman olduğuna ilişkin bir çok yazar, ( bkz. kaynakça) bu tarihin başlangıcını daha farklı algılamakta ve Türklerin zor ve şiddet yoluyla müslüman olduğunu kabul etmektedirler.
Bu yazarlara örnek olarak Erdoğan Aydın`ı verebiliriz
" Türkler nasıl Müslüman oldu ? Gerçeği aradığımızda, Türklerin Müslümanlaştırılma sürecinin, insanı irkilten bir vahşet süreci olduğu soğuk gerçeği yüzümüze çarpıyor. Daha ötesi, Arap ordularınca uygulanan, benzerine az rastlanır zulme rağmen, Türklerin İslamiyete uzun zaman direndiğini görüyoruz. * Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman Olduk ?, Başak Yayınları, 6. Basım, Ekim 1994, s.11 *
Abbasi Devleti ve Oğuzlar
İslamiyeti kabul ettikten sonra Türkmen adını alan Oğuzlar, Abbasi Devleti'nin hizmetine girmiştir.
Bir çok Oğuz Boyu, Abbasi Halifeleri Memun ve Mutasım zamanında, Bizans ile Abbasi devletinin hudut boyları olan Tarsus, Maraş,Malatya, Elazığ, Bitlis, Van ve Kars dolaylarına yerleştirilmiştir. Bu sırada bir çok Oğuz Türkü, Abbasi Devleti'nin yüksek mevkilerinde görevler almışlar, bazılarıda ilim alanında ilerleyerek kıymetli eserler yazmışlardır. Bu dönemde Oğuzlar, tarihe yön veren ve etkin rolü olan devletler de kurmuşlardır.
Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Karahanlılar, Gazneliler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, İran`daki Safevi, Afşar, Kaçar Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu Türkiye Cumhuriyeti ve daha bir çok devlet ve imparatorluğun kuruluşunda Oğuz Türkleri çok önemli görevler üstlenmiştir.
Bu derecede büyük ve önemli devletler kuran Oğuzları daha iyi incelemek zorunluluğunu hissediyorum.
Oğuzlar
Oğuzlar, 24 boydan oluşmaktadır. Ama önce iki büyük kola ayrılmaktadırlar. Bu kollar Oğuz Han'ın oğulları esasına göre şekillenmiştir.
Oğuz Han'ın büyük oğulları olan Bozoklar, orduda ve ziyafetlerde, Han`ın sağ tarafında, küçük oğulları olan Üçoklar ise, sol tarafında derecelerine göre sıralanmakta idiler. Bütün boyların yiyecekleri et payı da ayrı idi. Her boyun kendine özgü totemi ve onkunlarıvardı.
EYNESİL`DE KURULAN İLK UYGARLIKLAR
Genel Olarak
Eynesil ve yöresinde kurulan ilk uygarlıklar konusu üzerinde çalışmak, hayli zor oldu. Bu zorluğun en büyük nedeni; aynı tarihlerde, birden fazla uygarlığın yörede egemenlik kurmuş
olmasıydı. Kitabımıza kaynaklık eden eserlerde de, bu noktada bir çelişki ve çatışkı olması, bizi hayli sıkıntıya soktu. Bir başka önemli neden ise, bu dönem hakkında elimizde yeterli kaynağın bulunmayışıydı. Bütün bunlara rağmen, bir sentez yapabildiğimiz
kanaatindeyim.
Arkeoloji kazıları ve tarih verileri, eski zamanlardan beri Anadolu'da, aynı devirde birden çok kavmin bir arada ve birlikte yaşadığını göstermiştir. Bunlardan kavimlerden çok az bir kısmı ari ırktan iken, diğerleri başka başka ırklara mensup idiler. Buna rağmen yine aynı veriler, M.Ö. 2500 - 2000 yıllarında, Anadolu'da ortak bir kültürün varlığını da ortaya koymuştur. Proto - Hatti adı verien bu kültür, sık ormanlar ile kaplı dağlar yüzünden, Kuzey Karadeniz
Bölgesi'ne ulaşamıştır. * Prof. Dr. Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi, İstanbul 1992 *
Doğu Karadeniz Bölgesi'nin tarihi, hemen her devirde ortak gelişmiştir. Bu nedenle, Eynesil'in ilk çağlarda nasıl bir yerleşim birimi olduğu ve kimlerin yaşadığını anlatırken, Doğu Karadeniz Bölgesi'nin genel tarihinden çok uzaklaşamayacağız.
Orta ve Doğu Karadeniz'in ilk yerlileri; Haldei, Helives, Tibanni, Sanni (Sonnoi) ve Halib (Chalybe) adlı kabilelerdir. Bu kabileler, genellikle yarı feodal ve üretimden kopuk bir biçimde yaşıyorlardı. Bu ilkel kabileler, daha sonraları, doğudan gelen ve Hint - Avrupa soyuna (Ari) bağlı kabilelerce egemenlik altına alındılar. Fakat bunlar da, Asur ve Galdani (Keldani) kabilelerine boyun eğmekten kurtulamadılar. * Av. Ahmet Naim Gürel, Özel Notlar *
Giresun ve ilçelerinin içinde bulunduğu yörenin adı, Hitit kaynaklarında Azzi ülkesi olarak geçer. Bu bölgenin, batıdaki sınırları Giresun`a, doğudaki sınırları Trabzon`a, güney sınırları da Erzurum ve Erzincan`a kadar uzanıyordu. Aynı bölge M.Ö. 5. yüzyıl, Yunan kaynaklarında Pontos adıyla adlandırılmış ve bu bölgede Khalib, Tibaren ve Mosinek'lerin yerleştikleri ifade edilmiştir.
Choeredas - Kerasos - Pharnekeias - İkinci Kerasos Tahminen M.Ö. 1500 yıllarında Saydalılar, Doğu Karadeniz'de Trabzon, Tirebolu ve Giresun gibi, bir takım ticaret merkezleri kurdular. Fenikeliler'den sonra, İyonya'lı Miletoslular İsa`dan önce sekizinci asırda, Giresun`u istila ettiler. Choeredas (Hirades) limanını da, Trabzon ve Sinop gibi ticaret kolonisi yaptılar. * Giresun, 2.Baskı, S. Karaibrahimoğlu'ndan Karaibrahimoğlu'ndan aktardığımız bu bilgi yukarıdaki kronolojik dizin ve aşağıda anlatacaklarımız ile çelişiktir.
Giresun, Miletoslular tarafından M.Ö. 560 - 550 yılları arasında ticaret kolonisi yapılmıştır. Yani M.Ö. 6. yüzyılda. Zaten buranın Miletoslular tarafından ele geçirilmesi ile, önceden Hirades (Choeredas) olan ismi, Kerasos olarak değiştirilmiştir.
Strabon ve Ptolmeos 'a göre; İkinci Keresos`un yeri, Tirebolu ile Trabzon arasındadır.
Melatiüs adlı müverrih ise, ikinci Keresos'un, Polathane yani Akçaabat'ın yirmi mil (37 km) batısında olduğunu yazar. Bu durumda İkinci Kerasos'un; merkezi Kale olmak üzere, Eynesil (Görele) Kalesi ile Vakfıkebir koyu arasında bir yerde kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Evliya Çelebi'nin Ceneviz binası olarak belirttiği Kale, esas olarak Miletos yapısıdır. Ancak bu kale, Miletoslular tarafından bir ticaret şehrinin merkezi olarak düşünülmüş ve sadece bu amaç doğrultusunda kullanılmış, ancak daha sonraki devirlerde kale yıkılmış, Pontos döneminde onarılarak ve genişletilerek yeniden yapılmıştır.
Eski Giresun, Eynesil`in bir kilometre doğusunda bulunan Görele (Kale) Burnu denilen yerdeki, kalıntılarla sabittir.
Hemen hemen tüm tarih yazıt ve kitaplarında doğrulanan bu durumu, ilerleyen bölümlerdeki açıklamalarımızın da rahat anlaşılabilmesi için kısaca toparlayalım.
Bu nedenle, kısa tesbitler yapacağız.
Kitabımızın muhtelif yerlerinde, Kale -Eynesil Kalesi-,-Görele Kalesi- şeklinde adı geçen yer, Eynesil ilçe merkezinin yaklaşık 2 km. doğusunda bulunan kalıntılardır. Bu kalıntıların bulunduğu çıkıntı ise; kimi yerlerde Boztepe Burnu, kimi yerde Kale Burnu, bazan da Görele Burnu olarak tanımlanmıştır.
İşte bu (çıkıntı) burun üzerinde, tarih boyunca üç farklı isimde, üç şehir kurulmuştur.
Bunlardan birincisi, Pharnekeias tarafından Kerasos'un alınması ve isminin değiştirilmesi sonucu, O'nun yönetiminden memnun olmayan ve doğuya göç edenlerin kurdukları İkinci Kerasos,
İkincisi, kimilerine göre Pontlar'ın, kimilerine göre de Cenevizler'in kurdukları Koralla veya Koruwalla (Görele),
Üçüncü ve sonuncu olarak, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Eynesil.
Trabzon civarında mevcudiyeti iddia edilen ikinci Giresun şehrine gelince, bunu da Kral Pharnekeias (Farnak)`ın Giresun`un işgalini takiben, onun hakimiyeti altında yaşamak istemeyen gayri memnunların (memnun olmayan) mezgur şehrinden Trabzon civarında
vucuda getirdikleri bir köye, doğdukları yer olan Keraosos`un ismini izafe ettikleri kanaatindeyiz.* Giresun, 2. Baskı, S.Karaibrahimoğlu`ndan *
Biz de bu görüşe katılmaktayız. Ancak bu görüşü güçlendirmek babında, bazı açıklamalarımız olacaktır.
İkinci Kerasos'un kuruluşu, Kral Pharnekeias'ın Kerasos'u alışından hemen sonra gerçekleştiğine göre, tahminen M.Ö. 170'li yıllar olsa gerektir. Eynesil ve civarında Kerasos kurulmuştu, fakat Pharnekeias'ın ölümüyle, eski Kerasos'a, yani yeni Farnakya'ya, tekrar
Kerasos denmeye başlanmıştı. Ve en önemlisi, yörede kurulan bu şehre verilen Kerasos ismi halk tarafından pek benimsenmemişti.
Halk evvelinden beri, çıkıntıcık anlamına gelen Koralla (Koruwalla) sözcüğünü burayı tanımlamak için kullanıyordu. Bu nedenle, Eynesil`den Kerasos ismi çok geçmeden silinir ve yerine Koralla tekrar kullanılmaya başlanır.
Azzililer Dönemi : MÖ 1640 - 1200
Giresun, Gümüşhane, Trabzon, Erzurum ve Erzincan toprakları arasındaki bölge, Hitit kaynaklarında Azzi Ülkesi diye anılır. Azziler, Hitit İmparatorluğu'na bağlı bir kavimdi. Ancak, sık sık ayaklanırlardı. Nitekim Azziler, M.Ö. 14. yüzyılın başlarında, Hitit İmparatoru 2. Murşil'e karşı ayaklandılar ve yenilgiye uğradılar. Daha sonra, bir daha ayaklanmayacağına ilişkin Hititler'le anlaşma imzalamak zorunda kaldılar. * Yurt Anskiklopedisi, C.5, s. 3112 *
Hititler'in giyim eşyalarından en karakteristiği, dağlık yerlerden geldiklerini anlatan ~uçları yukarı bükük kunduralar~ dır. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin sarp kıyılarında yaşayanlar, yüzyıllardan beri olduğu gibi, bu gün de uçları yukarı kıvrık ayakkabılar giymektedirler ve bunlara ~çapula~ demektedirler. * Mahmut Goloğlu, Anadolu`nun Milli Devleti Pontos,
Ankara 1973, s.5 *
Hitit Devleti bünyesi içinde yaşayan Azziler, üzüm üretirler, ürettikleri üzümden de şarap yaparlardı. Çok yakın bir tarihe kadar, Eynesil`de üzüm bahçelerinin bolluğunu bir çoğumuz biliriz.
Firikyalılar ve Asurlular Dönemi: MÖ 1200
Hitit ülkesinin ortadan kalkmasını takiben, yöreye gelen Firikyalılar, buralarda güçlü bir devlet kurdular. M.Ö. 1100 yıllarında Muşki, Tabal ve Tibaren kavimleri, bu devletin bünyesi içinde yer aldılar.
Muşkiler, Doğu Karadeniz Bölgesi içinde Terme (Termesos) ile Rize arasına kadar yayılabilmiş ender kavimlerdendir. Daha sonra, doğudan gelen saldırılara karşı koyamayan Firikya Konfederasyonu, bölgeden çekilmek zorunda kaldı. * Yurt Ans., C.5, s. 3112 *
Asurlular'ın yöremize gelişlerindeki tek amaç, ticaretle uğraşmak ve bölgede ticarete dayalı ekonomi geliştirmekti. Fakat böyle olmamış, zamanla yerleşik hayata geçilmişti.
Doğu Karadeniz Bölgesinde yerleşik bir yaşama geçen Asurlular, bölgenin yerli halkları ile savaşa tutuştular.
M.Ö. 1118-1093 yılarında Doğu karadenize inen Komanlar, aynı yıllarda bölgeye inen Asurlular`la savaşa tutuşmuşlar, zaman içinde bu düşmanlık, ticari ilişkiler kurulması nedeniyle ortadan kalmıştır.
Fenikeliler
Sami ırkı kökenli bir halk olan Fenikeliler, M.Ö. ikinci ve birinci binyıllar arasında, Doğu Akdeniz ve Karadeniz'in doğusunda ekonomik ve ticari yaşam açısından önemli roller üstlenmiştir.
Fenikeliler, sadece ticaret ile uğraşmışlardı. Sözkonusu ticaret, taşımacılığı şeklinde
gerçekleşmişti. Sırf ticaret amacıyla yöreye gelen Fenikeliler, buralarda birçok ticaret merkezi kurmuşlardı.
~Bilinmeyen denizlerde, yeni yerler bulma çabaları ve bu yöndeki ataklar Fenikeliler'e aittir. İlk Fenike pazarlarını ele geçirip buraları, sonraki yüzyıl tarihçileri için tanınmayacak duruma sokarak benimsemek ustalığı Yunanlılar'a mahsustur. Fenikeliler'in ilk pazar yerleri, daha sonraları Yunan sömürgesi haline haline dönüşmüştür.~ * Sava N. İvanof *
Miletoslular Dönemi : MÖ 670 - 546
Tarım ve ticeret işleri ile ilgilenen Miletoslular, köleci bir toplum idi. Mevcut ticaret
şehirlerine ilave olarak, yeni ticaret merkezleri kurdular.
M.Ö.670`li yıllarda ise, Milletoslular'ın, ticaret ilişkilerini geliştirmek amacıyla bölgede ticaret kolonileri kurduklarını görüyoruz. Bu kolonilerden biri de, o zamana kadar Choerades (Hirades) olarak anılan Kerasos`tu. Ancak Miletoslular, M.Ö. 670 yılındageldikleri Hirades`de fazla kalamamışlardır.
Miletoslular M.Ö. 562 yılında tekrar Sinop'a geldiler. Daha sonra doğuya uzanarak ordu, Giresun ve Trabzon şehirlerini Sinop'a bağlı birer ticaret kolonisi haline getirdiler.
Ancak aynı Miletoslular, 108 yıl kadar önce M.Ö. 670 yılında Yunan sömürgecilerle birlikte, Karadeniz'e gelmiş olsalar da bu kısa sürmüştü. * Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi *
Yunan tarihçilerinden Ksenefon "Sinoptan Kerasos`a yürüyerek üç günde gidilir" diye yazmıştır. Miletoslular bu bölgede, doksan kadar ticaret merkezi kurdu.
Medler ve Kapodokya Krallığı
Medler'in yöremizdeki etkinliğini incelemeden önce, Med Ülkesinin neresi olduğunu ve Medler'in bugün hangi kavmin atası olduğu hususunu açıklamak gerekecektir.
Medler, İran Ülkesi topraklarında önemli bir krallık kurmuşlardı. Göçebe bir kültüre sahip Medler'in, Türk boyuna mensup olduğu yolundaki
görüşlere karşılık, önemli sayıdaki br çok yazar, Medler'in Kürt kavminin atası olduğu hususunda görüş
bildirmişlerdir.
Medler, çok geniş bir arazide hakimiyet kurmuşlardı. Bu kadar geniş topraklara sahip olmanın doğal sonucu olarak, ortaya Kapodokya çıktı. Kapodokya, kuzeyde Karadeniz, batıda Kızılırmak havzası, güneyde Toroslar ve doğuda Ermenistan ile sınırdaş büyük bir ülke idi. M.Ö. 606 yılında, Doğu Karadeniz Bölgesi, Med Devleti'nin Kapodokya Eyaleti içindeydi. * Mahmut Goloğlu, Pontos, s.25 *
Yunanlılar, Kimmerler, İskitler
M.Ö. 756 yılında yöremize kadar gelen Yunanlılar, uzun müddet buralarda yaşayamadılar. Bunun nedeni, Yunanlılar'ın savaşçı bir kavim olan ve yörede bulunan Kimriler'den (Kimmerya) ürkmesi olsa gerektir.
Mahmut Goloğlu`nun bir Türk boyu olarak tanımladığı Kimmerler, kimilerine göre Azak Denizi bozkırlarında, kimilerine göre de Mançurya kökenli savaşçı bir kavimdir. İskitler'le olan uzun savaşlar sonunda, bir bölümü Anadolu`ya sarkmış olan Kimmerler`den bazıları da, animarka kıyılarına gitmiştir. Anadolu`da, Urartu ülkesinde tutunamayan Kmmerler, Doğu Karadeniz kıyılarına kadar gelmişler ve fakat burada da tutunamamışlardır. Bunun nedeni de Kimmerler`den sonra yöreye gelen İskitler`in Kimmerleri rahat bırakmamasıdır. M.Ö. 650 yılında, Kimmerler`le savaşan İskitler, 621 yılına gelindiğinde Medler`in saldırına maruz kalmışlar ve dağılmışlardı. Medler`in baskınları sonucu iskitler dağıldı. Ancak yörede, İskit kavmine mensup insanlar yaşamaya devam etti. ~M.Ö. 400 yılında Ksenefon Bayburt`tan Trabzon`a elirken İskitler`le karşılaştı. Ksenefon`un, -scythen-ler diye anlattığı insanlar İskitlerdir.~ * Ksenefon, (İç ülkelerde sefer) Anabasis`den naklen, Mahmut Goloğlu, Pontos, s.22 *
İskitler'in, Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki egemenlikleri kısa sürmüş, fakat yerleşmeleri o kadar temelli olmuştur ki; bugün bile, bu bölge insanlarının dilinde İskitler`in etkisini bulmak mümkündür.
Mesela, İskitlerin -balık- anlamına gelen, -paluk- kelimesini, kıyılılar bugün de tıpkı onlar gibi kullanırlar. * Mahmut Goloğlu, Pontos, s.22 *
Türkler :
Fransız tarihçi Şarl Teksiyer'in, R. P. Pülant ile birlikte 1864 tarihinde yazdıkları (Arşitektür Bizanten) adlı eserde, Trabzon kıyılarının, .Ö.
dördüncü asırdan çok evvel Orta Asya'nın her tarafından gelmiş bir çok kavim tarafından ele geçirildiğini bildirdikten sonra, Hamit ve uhsin`in birlikte yazmış oldukları, Türkiye Tarihi`nin 477.sayfasında; ilkçağın ikinci yarısı içinde buralarda yaşayan hrıstiyan Türklerden bahsediliyor. *Akçaabat Tarihi, M.Lermioğlu* * GöRELE - Mustafa Arslan, (Coğrafya, Tarih, Folklör,
Yönetim, Albüm) *
Pont Satraplığı (Eyaleti)
İsa'dan önce 520 yılında, Doğu Karadeniz Bölgesi, İran'a bağlı 19. eyalet olan Pont Satraplığı içinde yer aldı. Bu dönemde Karadeniz'in dı "Ahşaena" idi. Ahşaena karanlık olan, koyu renkli anlamına gelmektedir. Ancak sonradan, Ahşaena ismi kalkmış, bunun yerine Karadeniz'e "Pontos Euxinus" denmiştir. Pont kelimesi deniz anlamına, euxsinus kelimesi ise konuksever anlamına gelmektedir. Bu durumda Pontos
Euxinus, "konuksever deniz" anlamına gelmektedir.
İsa'dan önce 402 yılında, Pont Satraplığı'nın başına geçen Mithidatames hükümranlığını 363 yılına kadar sürdürdü. Bu hükümranlık süresince, kalelerdeki Yunanlılar tamamen serbest kalmışlar ve bağımsız olmuşlardı. Ancak Ammassia (Amasya)'daki Mithidatames, kendi yararını düşünüyordu. Bu nedenle, taht kavgaları başlar.
Batı Anadolu taraflarının egemeni Keyhüsrev, para karşılığında 10.000 (onbin) Yunanlı asker tutarak, bu askerlerle Babil üstüne yürüdü. Yolda Keyhüsrev ölünce, başsız kalan onbinlere yurtlarına dönmek için Ksenefon adında bir asker liderlik yaptı.
- Doğu Karadeniz tarihi üzerine, böylesine önemli bir eser üreten Ksenefon (Xenophone), M.Ö.430 yılında Attike'de doğar. Yunanlı'dır. Anabasis (İç Ülkelerde Sefer)'den başka, felsefi yazıları ve kitapları da vardır. M.Ö. 355'de ölmüştür.-
Ksenefon, 10.000 asker içinde yeralan iyi bir hatip iyi bir liderdi. Ksenefon önderliğinde yola çıkan, 10.000'ler önce batı Ermenistan'a, daha sonra Halibler (Chalybe)`in memleketine geldiler.
Karadeniz kıyılarında demir sanayini ellerinde bulunduranlar, bölgenin yerli halklarından Halibler`di. Halibler; Gümüşhane, Giresun, Trabzon üçgeni içinde, daha çok Trabzon - Giresun arasında ve özellikle Görele -Vakfıkebir (-Eynesil) bölgesinde oturuyorlardı. Ve Halibler, demir sanayinin becerikli ustaları, çelik sanayinin ilk bulucusu idiler. Demir ve çelik sanayini, Yunanlılar'a öğreten Halibler'di. Bugün de aynı bölgede yaşayanlar, ileri bir demircilik sanatına sahiptirler. Hemen her köy evinde bulunan atölyelerde, en ilkel gereçlerle, en modern silahlar ve en düzenli basküller yapılagelmektedir. Bunları yapanlar da, katıksız Oğuzlar`dan Çepniler`dir. * Mahmut Goloğlu, Aynı Eser, s.6 *
Buradan Bayburt'a geçen 10.00 asker, Kuruçay, Gümüşhane, Karasu Dağı üzerinden Trabzon'a indiler. Üç gün süren yolculuk sonunda Kolkh (Lazlar tarafından kurulmuş krallık) memleketine gelindi. Bol bol yiyecek buldular, fakat yediklerinin çoğu zehirli olduğu için, bir çok asker burada öldü. Yunanlılar, yollarına devam edebilmek için yeteri kadar gemi bulamadıklarından, adece hastaları, yaşlıları ve ellerinde bulunanları gemilere koydular. Ve kendileri yaya olarak yola devam ettiler. Giresun'a vardılar.
O zamanki Giresun, bugünkü yerinde değildi. Daha doğuda ve Görele (-Eynesil) taraflarında idi. Ancak Onbinler'den bazıları burada yağma hareketine girişti. Yerli halk taş ve oklarla Onbinler üzerine saldırınca, buradan ayrılmak zorunda kalan Onbinler batıya doğru
hareket ederler. Önce Mosinek ve Tibarenler'in, daha sonra da Kotyoralılar (Ordu)'ın ülkesinden geçmek suretiyle, Sinop`a varırlar. Oradan da ülkelerine yolculuk ederler. İşte "Onbinler'in Dönüşü" denilen olay budur. * Mahmut Goloğlu, Pontos *
Makedonyalılar : M.Ö. 323 -302
Makedonyalılar'ın yöredeki hakimiyeti, Büyük İskender'in İran üzerine yaptığı akınlar ve kazandığı başarılar sonucu kendiliğinden gerçekleşmiştir. Ancak M.Ö. 302 yılında, Pont ülkesi gene başsız kaldı. Bu başıbozukluk M.Ö. 298 yılına kadar ve sadece dört yıl sürdü. M.Ö. 298 yılında Pontos Devleti'nin kurulmasıyla Eynesil ve yöresi, 230 yılı aşkın bir süre, istikrara kavuştu.
Pontlar ve Pontos İmparatorluğu : (M.Ö. 298 -63)
Tarihte bir başka eşi olmayan ilk ve tek Pontos Devleti, M.Ö. 298 yılında kuruldu. * Mahmut Goloğlu, Anadolu`nun Milli Devleti Pontos, s. 4 *
Pontos devleti bünyesi içinde, esas olarak Doğu Karadeniz,in asıl halklarından Halibler (Chalybe), Tibarenler, Makronlar ve Mosinekler yeralıyordu. Birçok tarihçi, kasten veya yanlışlıkla, M.Ö. 298 - 63 yılları arasında Anadolu'yu sarsmış olan Pontların, Yunan ırkı ile ilişkili olduğunu ifade etmişlerlerdir.
Kanaatimiz bu yönde değildir. Tarihçi-yazar Mahmut Goloğlu`nun da ifade ettiği gibi, Pont kelimesi devleti oluşturan halkların ortak adıdır. Bu hallklar ise, Haldiler, Halibler, Mosinekler, Taballar, Driller, Makronlar, Tibarenler, Sanniler ve İskitler'dir. Bunlardan İskitler haricindekiler, yörenin yüzyıllar boyunca yerli halkı olarak burada yerleşiktiler ve hep böyle oldu. Pontos Krallığı döneminde bile. Burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bir benzetme yapmak zorundayız. Hititler, Urartular ve benzeri İmparatorluklar nasıl birer Anadolu uygarlığı ise, Pontos da Anadolu'nun kuzeyinde yaşayan yerli kavimlerin kurdukları bir imparatorluktur.
279 yılında, Amastris (Amasra) alındı. Daha sonra Samsun`u alan Pontoslar, 183 yılına gelindiğinde Sinop`u ele geçirdiler. Ordu ve Giresun'unda Pontos tarafından alınması üzerine, Doğu Karadeniz asıl sahiplerine geri dönmüş oldu. Pontos'un 5. Kralı Pharnekeias (Farnak) yeni bir şehir kurdu ve buraya kendi adını verdi.
Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonra, buraya Kerasos (Giresun) denmeye başlandı. Zira, daha önceden Görele (Eynesil-Beşikdüzü-Vakfıkebir) yöresinde kurulu olan İkinci Kerasos, eski önemini yitirmişti. M.Ö. 91'e gelindiğinde Anadolu'nun ve tüm Karadeniz kıyılarının en güçlü devleti Pontos Krallığı olmuştu. Bundan rahatsız olan Romalılar, M.Ö. 71 yılında Pont ülkesine girerek savaşa tutuştu. * Mahmut Goloğlu, Aynı Eser,s.88 *
Lucullus komutasındaki Romalılar, Pont ülkesinde ilerlemeye başladılar. M.Ö. 70 yılında Amasya ve Sinop ele geçirildi. Karadeniz'in müstesna halkı Halib ve Tibarenler'in ülkesi Pontos, M.Ö. 63 yılına gelindiğinde son imparator Büyük Mithridatames`in ölümüyle, Roma'ya teslim olmak zorunda kaldı.Böylelikle Pontos ve tabi ki Eynesil (daha doğrusu Görele de), Galatia Eyaleti'nin bünyesinde yeraldı.
Büyük Roma İmparatorluğu : M.Ö. 63 - M.S. 395
M.Ö. 63 yılında, Pontus İmparatorluğu ile birlikte Roma topraklarına dahil olan yöremiz, bu imparatorluğun ikiye ayrılması tarihi olan M.S. 395 yılına kadar Romalılar`ın idaresinde kaldı. Ancak yöre, M.Ö. 41 ile M.S. 14 yıllarında Roma İmparatoru Augustos (Caisus Julius Caesar Octavianus) döneminde Artaksiad Krallığının etkisi altına girdi.
Yaşadığı dönem içinde, Karadeniz kıyılarında idarecilik yapmış olan ve M.S. 180 yılında vefat eden Arrianos, Büyük Roma İmparatoru Trayan`a yazdığı mektupta, Tripolis`den Argyria (Halkavala) 2.66 mil, Argyria`dan Philokaleia`ya 12 mil, Philokaleia`dan Koralla (Görele)`ye 13.33 mil mesafe bulunduğunu bildirmiştir. Kanaatimizce Philokaleia, bugünkü Görele`nin bulunduğu yerde kurulmuş bir yerleşim birimiydi. * Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi *
Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu : MS 395 - 1204
İmparatorluğun ikiye ayrıldığı tarih olan M. 395 yılında Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu`na dahil olan ilçemiz ve yöre, 13. yy`a kadar Bizans İmparatorluğu idaresinde kaldı.
Trabzon İmparatorluğu : MS 1204 -1461
Dördüncü Haçlı savaşı sonunda İstanbul`dan kaçmak zorunda kalan Bizans hanedanı, 1204 yılında merkezi Trabzon olan Trabzon Devleti'ni kurdu. Trabzon İmparatorluğu'nun kuruluşundan (1204), 1390 yılına kadar olan dönem hakkında en ayrıntılı ve güzel bilgileri 14. yüzyılda yaşayan, Mikhael Panaretos'dan alabiliyoruz. Panaretos'un bu bilgileri içeren eseri, 1958 yılında Atina`da Lampsos yayınevince, "Mikhael tu Panaretu peri ton Megalon Kommenon" Mikhael Panaretos'un Büyük Kommenos Tarihi adıyla yayımlandı. Bu imparatorluk hakkında ilerleyen sayfalarımızda geniş bilgiler bulunması nedeniyle, ayrıca izahat vermeye gerek duymuyoruz. Ancak bir kaç saptama yapmak istiyoruz.
Trabzon İmparatorluğu kimi tarihçilerce Trabzon Rum İmparatorluğu, kimi tarihçilerce İkinci Pontos İmparatorluğu şeklinde tanımnlanmaktadır. Her ikisi de yanlıştır.
Trabzon Rum İmparatorluğu şeklindeki adlandırma şunun için yanlıştır.
"Rum" bir ırkın adı değildir. Müslüman ükesinde yaşayan Ortodoks Hrıstiyan'lara verilen isimdir. Trabzon İmparatorlu ğu'nun, zaten Hritiyan bir devlet olması nedeniyle bura halkına Rum denilmesine olanak yoktur. Belki fetihten sonraki dönemlerde (yani 1461 yılından sonraları için) yörede kalmış olanlara Rum denilebilir di; ancak bu bile yanlıştır. Kelimenin tam karşılığı değildir.
İstanbul'un fethinden sonra, İstanbul'da yaşamaya devam eden ve Hritiyanlıklarını kaybetmeyenlere Rum denilmesi isabetlidir. Ancak aynı kelimenin, Trabzon İmparatorluğu'nun 1461 yılında ele geçirilmesi sonucu, yörede yaşamaya devam eden Ortodoks Hristiyanlara da
teşmil edilmesi yanlıştır. Zira bura halkı, esas olarak Bizanslı da değildir. Yörede yaşayan, hala varlıklarını sürdüren ve ana dili "Romeıga" olan halkın, etnik çözümlemede adları "Romeos" olarak tanımlanabilir. Bu gün Trabzon'da hala varlıklarını sürdüren, Türkiye'ye takdir edilesi bir bağlılık gösteren bu nadide insanlar da, kendilerine Rum denilmesinden ve bu suretle Türk halkından ayrıymış gibi gösterilmek istenmesinden hoşnut değillerdir.
Özetle, kökenleri Yunan ırkına dayanmayan bu insanlar; M.Ö. 63 yılından, 1204 yılına kadar yörede egemenlik kuran Roma ve Doğu Roma ile ile aynı etnik kökenden gelmektedirler. Bu durumda onların Yunanlılar'la aynı etnik temelden geliyormuş gibi gösterilmeye çalışılması ve Yunanistan'ın, burası üzerindeki emelleri anlaşılamamaktadır.
İkinci Pontos İmparatorluğu deyimi de aynı derecede yanlıştır. Pont satraplığı ve Pontos Krallığı yörede yüzyıllar boyu yaşayan yerli halklar tarafından kurulmuş oluşumlardır. Bu konuda en meşruhatlı eser, Mahmut Goloğlu'nun neşrettiği Anadolu'nun Milli Devleti
Pontos isimli eserdir. Ancak bu krallığın İsa'dan önce 63 yılında Roma'ya bağlı Galatia Eyaleti'nin egemenliği altına girmesi ile yöre halkları kimliklerini kaybetmişler ve (Romeos) Roma'lı olmuşlardır. Zamanla kendi dilleri olan Luwi dili de bu dilin etkisi altına girmiş ve Latince'ye yaklaşmıştır. Giderek dil kendi özelliklerini yitirmiş ve Roma dilinin bir lehçesi görünümüne girmiştir. Anadolu'nun yerli halkından olan
bu insanların Pontos'dan sonra, devletleşmeleri olmamıştır.
Trabzon İmparatorluğu'nu eğer bir devletin ardılı yapmak zorundaysak, sadece Bizans, yani Doğu Roma İmparatorluğunun, ardılı yapabiliriz. Ancak bu bile kesinlik taşımamaktadır.
Kitabımızda bahsi geçen ve bu imparatorluk zamanında yaşamış olan Mikhael Paneretos bu noktadaki tartışmaları bizce çözümlemiştir.
O, bu devletin orjinal adını, "Megalon Kommenon" yani Büyük Kommen İmparatorluğu olarak belirtmiştir.
Ancak biz alışılagelmiş bir ifadeyi, yani imparatorluğun kuruluş merkezini andıran bir ifadeyi, yani "Trabzon İmparatorluğu" terimini kullanacağız.
Miletoslular Dönemi : MÖ 670 - 546
Tarım ve ticeret işleri ile ilgilenen Miletoslular, köleci bir toplum idi. Mevcut ticaret
şehirlerine ilave olarak, yeni ticaret merkezleri kurdular.
M.Ö.670`li yıllarda ise, Milletoslular'ın, ticaret ilişkilerini geliştirmek amacıyla bölgede ticaret kolonileri kurduklarını görüyoruz. Bu kolonilerden biri de, o zamana kadar Choerades (Hirades) olarak anılan Kerasos`tu. Ancak Miletoslular, M.Ö. 670 yılındageldikleri Hirades`de fazla kalamamışlardır.
Miletoslular M.Ö. 562 yılında tekrar Sinop'a geldiler. Daha sonra doğuya uzanarak ordu, Giresun ve Trabzon şehirlerini Sinop'a bağlı birer ticaret kolonisi haline getirdiler.
Ancak aynı Miletoslular, 108 yıl kadar önce M.Ö. 670 yılında Yunan sömürgecilerle birlikte, Karadeniz'e gelmiş olsalar da bu kısa sürmüştü. * Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi *
Yunan tarihçilerinden Ksenefon "Sinoptan Kerasos`a yürüyerek üç günde gidilir" diye yazmıştır. Miletoslular bu bölgede, doksan kadar ticaret merkezi kurdu.
Medler ve Kapodokya Krallığı
Medler'in yöremizdeki etkinliğini incelemeden önce, Med Ülkesinin neresi olduğunu ve Medler'in bugün hangi kavmin atası olduğu hususunu açıklamak gerekecektir.
Medler, İran Ülkesi topraklarında önemli bir krallık kurmuşlardı. Göçebe bir kültüre sahip Medler'in, Türk boyuna mensup olduğu yolundaki
görüşlere karşılık, önemli sayıdaki br çok yazar, Medler'in Kürt kavminin atası olduğu hususunda görüş
bildirmişlerdir.
Medler, çok geniş bir arazide hakimiyet kurmuşlardı. Bu kadar geniş topraklara sahip olmanın doğal sonucu olarak, ortaya Kapodokya çıktı. Kapodokya, kuzeyde Karadeniz, batıda Kızılırmak havzası, güneyde Toroslar ve doğuda Ermenistan ile sınırdaş büyük bir ülke idi. M.Ö. 606 yılında, Doğu Karadeniz Bölgesi, Med Devleti'nin Kapodokya Eyaleti içindeydi. * Mahmut Goloğlu, Pontos, s.25 *
Yunanlılar, Kimmerler, İskitler
M.Ö. 756 yılında yöremize kadar gelen Yunanlılar, uzun müddet buralarda yaşayamadılar. Bunun nedeni, Yunanlılar'ın savaşçı bir kavim olan ve yörede bulunan Kimriler'den (Kimmerya) ürkmesi olsa gerektir.
Mahmut Goloğlu`nun bir Türk boyu olarak tanımladığı Kimmerler, kimilerine göre Azak Denizi bozkırlarında, kimilerine göre de Mançurya kökenli savaşçı bir kavimdir. İskitler'le olan uzun savaşlar sonunda, bir bölümü Anadolu`ya sarkmış olan Kimmerler`den bazıları da, animarka kıyılarına gitmiştir. Anadolu`da, Urartu ülkesinde tutunamayan Kmmerler, Doğu Karadeniz kıyılarına kadar gelmişler ve fakat burada da tutunamamışlardır. Bunun nedeni de Kimmerler`den sonra yöreye gelen İskitler`in Kimmerleri rahat bırakmamasıdır. M.Ö. 650 yılında, Kimmerler`le savaşan İskitler, 621 yılına gelindiğinde Medler`in saldırına maruz kalmışlar ve dağılmışlardı. Medler`in baskınları sonucu iskitler dağıldı. Ancak yörede, İskit kavmine mensup insanlar yaşamaya devam etti. ~M.Ö. 400 yılında Ksenefon Bayburt`tan Trabzon`a elirken İskitler`le karşılaştı. Ksenefon`un, -scythen-ler diye anlattığı insanlar İskitlerdir.~ * Ksenefon, (İç ülkelerde sefer) Anabasis`den naklen, Mahmut Goloğlu, Pontos, s.22 *
İskitler'in, Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki egemenlikleri kısa sürmüş, fakat yerleşmeleri o kadar temelli olmuştur ki; bugün bile, bu bölge insanlarının dilinde İskitler`in etkisini bulmak mümkündür.
Mesela, İskitlerin -balık- anlamına gelen, -paluk- kelimesini, kıyılılar bugün de tıpkı onlar gibi kullanırlar. * Mahmut Goloğlu, Pontos, s.22 *
Türkler :
Fransız tarihçi Şarl Teksiyer'in, R. P. Pülant ile birlikte 1864 tarihinde yazdıkları (Arşitektür Bizanten) adlı eserde, Trabzon kıyılarının, .Ö.
dördüncü asırdan çok evvel Orta Asya'nın her tarafından gelmiş bir çok kavim tarafından ele geçirildiğini bildirdikten sonra, Hamit ve uhsin`in birlikte yazmış oldukları, Türkiye Tarihi`nin 477.sayfasında; ilkçağın ikinci yarısı içinde buralarda yaşayan hrıstiyan Türklerden bahsediliyor. *Akçaabat Tarihi, M.Lermioğlu* * GöRELE - Mustafa Arslan, (Coğrafya, Tarih, Folklör,
Yönetim, Albüm) *
Pont Satraplığı (Eyaleti)
İsa'dan önce 520 yılında, Doğu Karadeniz Bölgesi, İran'a bağlı 19. eyalet olan Pont Satraplığı içinde yer aldı. Bu dönemde Karadeniz'in dı "Ahşaena" idi. Ahşaena karanlık olan, koyu renkli anlamına gelmektedir. Ancak sonradan, Ahşaena ismi kalkmış, bunun yerine Karadeniz'e "Pontos Euxinus" denmiştir. Pont kelimesi deniz anlamına, euxsinus kelimesi ise konuksever anlamına gelmektedir. Bu durumda Pontos
Euxinus, "konuksever deniz" anlamına gelmektedir.
İsa'dan önce 402 yılında, Pont Satraplığı'nın başına geçen Mithidatames hükümranlığını 363 yılına kadar sürdürdü. Bu hükümranlık süresince, kalelerdeki Yunanlılar tamamen serbest kalmışlar ve bağımsız olmuşlardı. Ancak Ammassia (Amasya)'daki Mithidatames, kendi yararını düşünüyordu. Bu nedenle, taht kavgaları başlar.
Batı Anadolu taraflarının egemeni Keyhüsrev, para karşılığında 10.000 (onbin) Yunanlı asker tutarak, bu askerlerle Babil üstüne yürüdü. Yolda Keyhüsrev ölünce, başsız kalan onbinlere yurtlarına dönmek için Ksenefon adında bir asker liderlik yaptı.
- Doğu Karadeniz tarihi üzerine, böylesine önemli bir eser üreten Ksenefon (Xenophone), M.Ö.430 yılında Attike'de doğar. Yunanlı'dır. Anabasis (İç Ülkelerde Sefer)'den başka, felsefi yazıları ve kitapları da vardır. M.Ö. 355'de ölmüştür.-
Ksenefon, 10.000 asker içinde yeralan iyi bir hatip iyi bir liderdi. Ksenefon önderliğinde yola çıkan, 10.000'ler önce batı Ermenistan'a, daha sonra Halibler (Chalybe)`in memleketine geldiler.
Karadeniz kıyılarında demir sanayini ellerinde bulunduranlar, bölgenin yerli halklarından Halibler`di. Halibler; Gümüşhane, Giresun, Trabzon üçgeni içinde, daha çok Trabzon - Giresun arasında ve özellikle Görele -Vakfıkebir (-Eynesil) bölgesinde oturuyorlardı. Ve Halibler, demir sanayinin becerikli ustaları, çelik sanayinin ilk bulucusu idiler. Demir ve çelik sanayini, Yunanlılar'a öğreten Halibler'di. Bugün de aynı bölgede yaşayanlar, ileri bir demircilik sanatına sahiptirler. Hemen her köy evinde bulunan atölyelerde, en ilkel gereçlerle, en modern silahlar ve en düzenli basküller yapılagelmektedir. Bunları yapanlar da, katıksız Oğuzlar`dan Çepniler`dir. * Mahmut Goloğlu, Aynı Eser, s.6 *
Buradan Bayburt'a geçen 10.00 asker, Kuruçay, Gümüşhane, Karasu Dağı üzerinden Trabzon'a indiler. Üç gün süren yolculuk sonunda Kolkh (Lazlar tarafından kurulmuş krallık) memleketine gelindi. Bol bol yiyecek buldular, fakat yediklerinin çoğu zehirli olduğu için, bir çok asker burada öldü. Yunanlılar, yollarına devam edebilmek için yeteri kadar gemi bulamadıklarından, adece hastaları, yaşlıları ve ellerinde bulunanları gemilere koydular. Ve kendileri yaya olarak yola devam ettiler. Giresun'a vardılar.
O zamanki Giresun, bugünkü yerinde değildi. Daha doğuda ve Görele (-Eynesil) taraflarında idi. Ancak Onbinler'den bazıları burada yağma hareketine girişti. Yerli halk taş ve oklarla Onbinler üzerine saldırınca, buradan ayrılmak zorunda kalan Onbinler batıya doğru
hareket ederler. Önce Mosinek ve Tibarenler'in, daha sonra da Kotyoralılar (Ordu)'ın ülkesinden geçmek suretiyle, Sinop`a varırlar. Oradan da ülkelerine yolculuk ederler. İşte "Onbinler'in Dönüşü" denilen olay budur. * Mahmut Goloğlu, Pontos *
Makedonyalılar : M.Ö. 323 -302
Makedonyalılar'ın yöredeki hakimiyeti, Büyük İskender'in İran üzerine yaptığı akınlar ve kazandığı başarılar sonucu kendiliğinden gerçekleşmiştir. Ancak M.Ö. 302 yılında, Pont ülkesi gene başsız kaldı. Bu başıbozukluk M.Ö. 298 yılına kadar ve sadece dört yıl sürdü. M.Ö. 298 yılında Pontos Devleti'nin kurulmasıyla Eynesil ve yöresi, 230 yılı aşkın bir süre, istikrara kavuştu.
Pontlar ve Pontos İmparatorluğu : (M.Ö. 298 -63)
Tarihte bir başka eşi olmayan ilk ve tek Pontos Devleti, M.Ö. 298 yılında kuruldu. * Mahmut Goloğlu, Anadolu`nun Milli Devleti Pontos, s. 4 *
Pontos devleti bünyesi içinde, esas olarak Doğu Karadeniz,in asıl halklarından Halibler (Chalybe), Tibarenler, Makronlar ve Mosinekler yeralıyordu. Birçok tarihçi, kasten veya yanlışlıkla, M.Ö. 298 - 63 yılları arasında Anadolu'yu sarsmış olan Pontların, Yunan ırkı ile ilişkili olduğunu ifade etmişlerlerdir.
Kanaatimiz bu yönde değildir. Tarihçi-yazar Mahmut Goloğlu`nun da ifade ettiği gibi, Pont kelimesi devleti oluşturan halkların ortak adıdır. Bu hallklar ise, Haldiler, Halibler, Mosinekler, Taballar, Driller, Makronlar, Tibarenler, Sanniler ve İskitler'dir. Bunlardan İskitler haricindekiler, yörenin yüzyıllar boyunca yerli halkı olarak burada yerleşiktiler ve hep böyle oldu. Pontos Krallığı döneminde bile. Burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bir benzetme yapmak zorundayız. Hititler, Urartular ve benzeri İmparatorluklar nasıl birer Anadolu uygarlığı ise, Pontos da Anadolu'nun kuzeyinde yaşayan yerli kavimlerin kurdukları bir imparatorluktur.
279 yılında, Amastris (Amasra) alındı. Daha sonra Samsun`u alan Pontoslar, 183 yılına gelindiğinde Sinop`u ele geçirdiler. Ordu ve Giresun'unda Pontos tarafından alınması üzerine, Doğu Karadeniz asıl sahiplerine geri dönmüş oldu. Pontos'un 5. Kralı Pharnekeias (Farnak) yeni bir şehir kurdu ve buraya kendi adını verdi.
Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonra, buraya Kerasos (Giresun) denmeye başlandı. Zira, daha önceden Görele (Eynesil-Beşikdüzü-Vakfıkebir) yöresinde kurulu olan İkinci Kerasos, eski önemini yitirmişti. M.Ö. 91'e gelindiğinde Anadolu'nun ve tüm Karadeniz kıyılarının en güçlü devleti Pontos Krallığı olmuştu. Bundan rahatsız olan Romalılar, M.Ö. 71 yılında Pont ülkesine girerek savaşa tutuştu. * Mahmut Goloğlu, Aynı Eser,s.88 *
Lucullus komutasındaki Romalılar, Pont ülkesinde ilerlemeye başladılar. M.Ö. 70 yılında Amasya ve Sinop ele geçirildi. Karadeniz'in müstesna halkı Halib ve Tibarenler'in ülkesi Pontos, M.Ö. 63 yılına gelindiğinde son imparator Büyük Mithridatames`in ölümüyle, Roma'ya teslim olmak zorunda kaldı.Böylelikle Pontos ve tabi ki Eynesil (daha doğrusu Görele de), Galatia Eyaleti'nin bünyesinde yeraldı.
Büyük Roma İmparatorluğu : M.Ö. 63 - M.S. 395
M.Ö. 63 yılında, Pontus İmparatorluğu ile birlikte Roma topraklarına dahil olan yöremiz, bu imparatorluğun ikiye ayrılması tarihi olan M.S. 395 yılına kadar Romalılar`ın idaresinde kaldı. Ancak yöre, M.Ö. 41 ile M.S. 14 yıllarında Roma İmparatoru Augustos (Caisus Julius Caesar Octavianus) döneminde Artaksiad Krallığının etkisi altına girdi.
Yaşadığı dönem içinde, Karadeniz kıyılarında idarecilik yapmış olan ve M.S. 180 yılında vefat eden Arrianos, Büyük Roma İmparatoru Trayan`a yazdığı mektupta, Tripolis`den Argyria (Halkavala) 2.66 mil, Argyria`dan Philokaleia`ya 12 mil, Philokaleia`dan Koralla (Görele)`ye 13.33 mil mesafe bulunduğunu bildirmiştir. Kanaatimizce Philokaleia, bugünkü Görele`nin bulunduğu yerde kurulmuş bir yerleşim birimiydi. * Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi *
Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu : MS 395 - 1204
İmparatorluğun ikiye ayrıldığı tarih olan M. 395 yılında Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu`na dahil olan ilçemiz ve yöre, 13. yy`a kadar Bizans İmparatorluğu idaresinde kaldı.
Trabzon İmparatorluğu : MS 1204 -1461
Dördüncü Haçlı savaşı sonunda İstanbul`dan kaçmak zorunda kalan Bizans hanedanı, 1204 yılında merkezi Trabzon olan Trabzon Devleti'ni kurdu. Trabzon İmparatorluğu'nun kuruluşundan (1204), 1390 yılına kadar olan dönem hakkında en ayrıntılı ve güzel bilgileri 14. yüzyılda yaşayan, Mikhael Panaretos'dan alabiliyoruz. Panaretos'un bu bilgileri içeren eseri, 1958 yılında Atina`da Lampsos yayınevince, "Mikhael tu Panaretu peri ton Megalon Kommenon" Mikhael Panaretos'un Büyük Kommenos Tarihi adıyla yayımlandı. Bu imparatorluk hakkında ilerleyen sayfalarımızda geniş bilgiler bulunması nedeniyle, ayrıca izahat vermeye gerek duymuyoruz. Ancak bir kaç saptama yapmak istiyoruz.
Trabzon İmparatorluğu kimi tarihçilerce Trabzon Rum İmparatorluğu, kimi tarihçilerce İkinci Pontos İmparatorluğu şeklinde tanımnlanmaktadır. Her ikisi de yanlıştır.
Trabzon Rum İmparatorluğu şeklindeki adlandırma şunun için yanlıştır.
"Rum" bir ırkın adı değildir. Müslüman ükesinde yaşayan Ortodoks Hrıstiyan'lara verilen isimdir. Trabzon İmparatorlu ğu'nun, zaten Hritiyan bir devlet olması nedeniyle bura halkına Rum denilmesine olanak yoktur. Belki fetihten sonraki dönemlerde (yani 1461 yılından sonraları için) yörede kalmış olanlara Rum denilebilir di; ancak bu bile yanlıştır. Kelimenin tam karşılığı değildir.
İstanbul'un fethinden sonra, İstanbul'da yaşamaya devam eden ve Hritiyanlıklarını kaybetmeyenlere Rum denilmesi isabetlidir. Ancak aynı kelimenin, Trabzon İmparatorluğu'nun 1461 yılında ele geçirilmesi sonucu, yörede yaşamaya devam eden Ortodoks Hristiyanlara da
teşmil edilmesi yanlıştır. Zira bura halkı, esas olarak Bizanslı da değildir. Yörede yaşayan, hala varlıklarını sürdüren ve ana dili "Romeıga" olan halkın, etnik çözümlemede adları "Romeos" olarak tanımlanabilir. Bu gün Trabzon'da hala varlıklarını sürdüren, Türkiye'ye takdir edilesi bir bağlılık gösteren bu nadide insanlar da, kendilerine Rum denilmesinden ve bu suretle Türk halkından ayrıymış gibi gösterilmek istenmesinden hoşnut değillerdir.
Özetle, kökenleri Yunan ırkına dayanmayan bu insanlar; M.Ö. 63 yılından, 1204 yılına kadar yörede egemenlik kuran Roma ve Doğu Roma ile ile aynı etnik kökenden gelmektedirler. Bu durumda onların Yunanlılar'la aynı etnik temelden geliyormuş gibi gösterilmeye çalışılması ve Yunanistan'ın, burası üzerindeki emelleri anlaşılamamaktadır.
İkinci Pontos İmparatorluğu deyimi de aynı derecede yanlıştır. Pont satraplığı ve Pontos Krallığı yörede yüzyıllar boyu yaşayan yerli halklar tarafından kurulmuş oluşumlardır. Bu konuda en meşruhatlı eser, Mahmut Goloğlu'nun neşrettiği Anadolu'nun Milli Devleti
Pontos isimli eserdir. Ancak bu krallığın İsa'dan önce 63 yılında Roma'ya bağlı Galatia Eyaleti'nin egemenliği altına girmesi ile yöre halkları kimliklerini kaybetmişler ve (Romeos) Roma'lı olmuşlardır. Zamanla kendi dilleri olan Luwi dili de bu dilin etkisi altına girmiş ve Latince'ye yaklaşmıştır. Giderek dil kendi özelliklerini yitirmiş ve Roma dilinin bir lehçesi görünümüne girmiştir. Anadolu'nun yerli halkından olan
bu insanların Pontos'dan sonra, devletleşmeleri olmamıştır.
Trabzon İmparatorluğu'nu eğer bir devletin ardılı yapmak zorundaysak, sadece Bizans, yani Doğu Roma İmparatorluğunun, ardılı yapabiliriz. Ancak bu bile kesinlik taşımamaktadır.
Kitabımızda bahsi geçen ve bu imparatorluk zamanında yaşamış olan Mikhael Paneretos bu noktadaki tartışmaları bizce çözümlemiştir.
O, bu devletin orjinal adını, "Megalon Kommenon" yani Büyük Kommen İmparatorluğu olarak belirtmiştir.
Ancak biz alışılagelmiş bir ifadeyi, yani imparatorluğun kuruluş merkezini andıran bir ifadeyi, yani "Trabzon İmparatorluğu" terimini kullanacağız.
İstanbul 1994